30 Ekim 2009 Cuma

Atatürk Müzesi

'''Atatürk Müzesi''' ('''İnkılap Müzesi'''), İstanbul, Şişli, İstanbul|Şişli'de Halaskargazi Caddesi'nde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce müzeye dönüştürülmüş Mustafa Kemal Atatürk|Atatürk'ün Şişli'de oturduğu ev.

Atatürk Müzesi hakkında ansiklopedik bilgi
Atatürk Müzesi (İnkılap Müzesi), İstanbul, Şişli'de Halaskargazi Caddesi'nde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce müzeye dönüştürülmüş Atatürk'ün Şişli'de oturduğu ev. Geçmişi Mustafa Kemal I. Dünya Savaşı'nın sona ermesi üzerine Suriye cephesinden ayrılarak 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a geldi. Bir süre Pera Palas'ta kaldıktan sonra dostu Salih Fansa'nın Beyoğlu'ndaki evinde misafir oldu. Bu arada Şişli'de, bugünkü Halaskargazi Caddesi'nde Osep Kasabyan'ın 1908 yapımı üç katlı evini kiraladı. Mustsfa Kemal Akaretler'de oturan annesi Zübeyde Hanım'la kız kardeşi Makbule'yi de yanına alarak üst kata yerleşti.Kendisine orta katı ayırdı.Yaveri ise alt katta oturuyordu.İstanbul'un düşman işgali altında bulunduğu günlerde Mustafa Kemal arkadaşlarıyla bu evde sık sık toplandı. Samsun'a hareket ettiği gün, 16 Mayıs 1919'a kadar bu evde oturdu. Mustafa Kemal Ankara'ya yerleşince annesini ve kardeşini yanına aldı.Şişli'deki ev 1924'te eski valilerden Erzurum milletvekili Tahsin Uzer tarafından satın alındı.Bu tarihte Atatürk'ün 1919'da bu binada oturduğunu gösteren tabela kondu. İstanbul Belediyesi binayı 1928'de Tahsin Uzer'den satın aldı ve Atatürk'le ilgili eşya, tarihi belge ve hatıraları bu binada toplamaya başladı.Bina 1942'de Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar döneminde müzeye dönüştürüldü ve Atatürk İnkılabı Müzesi olarak 15 Haziran 1942'de ziyerete açıldı. 1960 askeri yönetimi sırasında Belediye Başkanı Refik Tulga'nın girişimiyle binada onarım yapıldı.9 Ocak 1962'de kısmi bir yangın geçiren müze Atatürk'ün 100. doğum yıldönümü (1981) yaklaşırken yeniden büyük çaplı bir onarım gördü. Türkiye İş Bankası'nın mali desteği ile yapılan onarımın, dekorasyon ve düzenleme işleri de Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu'nca üstlenildi.Bina kapı tokmaklarından camlara kadar 1910'lu yılların üslubuna uygun olarak onarıldı. 19 Mayıs 1981'de Atatürk Müzesi olarak yeniden açıldı. Müze Müzede Atatürk'ün doğumundan ölümüne kadar geçen yaşamı ile ilgili fotoğraflar, giysileri, kullandığı eşyalar, Atatürk ve inkılaplarla ilgili belgeler, Milli Mücadele ve Atatürk tabloları sergilenmektedir. Ayrıca Atatürk ve devrimlerle ilgili belgeler, Milli Mücadeleyi yansıtan, Atatürk ile ilgili tablolar da onları tamamlamıştır. Ressam İbrahim Çallı'nın Trikopis'in kılıcını teslim edişini gösteren tablo ve Zeki Kocamemi'nin yapmış olduğu tablo da müzedeki önemli eserler arasındadır. Müzenin giriş katında Atatürk'ün doğumu, öğrenim yılları, ilk subaylık yılları, Trablusgarp, Balkan Savaşları (1911†“1913), Heykeltıraş Hüseyin Gezer'in yapmış olduğu Atatürk büstü, Çanakkale Savaşları, Mondros Mütarekesi ve Osmanlı devletinin durumunu (30 Ekim 1918) Milli Mücadele hazırlıkları ile ilgili belgeler ve bilgiler bulunmaktadır. Müzenin birinci katında Atatürk'ün Samsun'a çıkışı, Amasya Tamimi, Erzurum Kongresi (23 Temmuz†“7 Ağustos 1919), Sivas Kongresi'nde giydiği jaketatay, yeleği, 1918 yılında Karlsbad'da satın aldığı ceket, Anadolu'da çıkan iç isyanlar, Sevr Antlaşması, I. ve II. İnönü Savaşları, Eskişehir-Kütahya-Sakarya savaşları, Atatürk'ün 1920'li yıllarda giydiği Skoç takım elbisesi, kalpağı, potinleri, termosu, mareşal üniforması, astragan kalpağı, rugan çizmesi, çamaşırları, mecliste saltanatın kaldırılışı sırasında kullanılan kalemler, not defteri, kalemtıraş ve maktaı, Nutuk'un ilk baskısı (1927), Gazi Mustafa Kemal Paşa adına Ankara'da hazırlanmış nüfus kâğıdı, Amerika devlet başkanı Roosevelt'in Atatürk'e hediye ettiği müzik dolabı ile Büyük Taaruz ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Müzenin ikinci katında; V.Pisani'nin Yunanlıların İzmir'e çıkışı ile ilgili, Kurtuluş Savaşı'nda yaralılara bakan kadınlar, göçlerle ilgili tabloları, Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin maketi, altın kaplama sigara tabakası, Lozan etiketli smokini, frakı, son yıllarında giydiği süeter, yazlık giysileri, K.A markalı ipek gömleği, madalyaları, plaketler, kahve fincanı, kartvizitleri, Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul'a ilk gelişinde belediyede imzaladığı defter (9 Temmuz 1927), İbrahim Çallı'nın Atatürk portresi (1937), İbrahim Ferit'in, Ressam Emin'in Atatürk portreleri, Zeki Kocamemi'nin Atatürk'ün cenaze merasimi ile ilgili tablosu (1939) bulunmaktadır.http://sanattarihi.sa.funpic.de/index.php?topic=815.0 Kaynaklar Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi - T.C. Kültür Bakanlığı ve Tarih

Trabzon Ayasofya Müzesi

Trabzon Ayasofya Kilisesi İstanbul'un Latinler tarafindan işgal edilmesinden sonra kaçan ve Trabzon'da 1204 yılında yeni bir devlet kuran Kommenos ailesinden Kral I. Manuel (1238-1263) tarafından 1250-1260 yılları arasında yaptırılmış olan manastir kilisesi. Ayasofya adı "Kutsal Bilgelik" anlamina gelir. Geç Bizans Kiliselerinin en güzel örneklerinden biri olan yapi, kare-haç planlı olup, yüksek bir kubbeye sahiptir. Kuzey, bati ve güneyinde revakli

Trabzon Ayasofya Müzesi hakkında ansiklopedik bilgi
Trabzon Ayasofya Kilisesi İstanbul'un Latinler tarafindan işgal edilmesinden sonra kaçan ve Trabzon'da 1204 yılında yeni bir devlet kuran Kommenos ailesinden Kral I. Manuel ( 1238- 1263) tarafından 1250- 1260 yılları arasında yaptırılmış olan manastir kilisesi. Ayasofya adı "Kutsal Bilgelik" anlamina gelir.

Geç Bizans Kiliselerinin en güzel örneklerinden biri olan yapi, kare-haç planlı olup, yüksek bir kubbeye sahiptir. Kuzey, bati ve güneyinde revakli üç kirişi bulunmaktadir. Yapı ana kubbenin üzerine degişik tonozlarla örtülmüş ve çatıya farklı yükseltiler verilerek kiremitle örtülmüştür.

Bölgenin 1461 yılında Osmanlılar tarafindan fethedilmesine kadar geçen dönemde önemli bir kilise olan Ayasofya, bu tarihten sonra da önemini koruyarak faaliyetlerine devam etmiştir. Ancak 1670 yılında görülen ihtiyaç üzerine camiye çevrilmiş ve 1864 yılında da restore edilmistir.

I. Dünya Savaşı yıllarında Ruslar tarafından işgal edilen Ayasofya, askeri karargah, hastane, depo ve savaştan sonra yine cami olarak kullanilmiştir. 1958- 1962 yılları arasında Edinburg Üniversitesi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü işbirliği ile restore edilerek, 1964 yılında müzeye çevrilmiştir.MüzeGünümüzde Müze olarak kullanılmakta olan Trabzon Ayasofya Kilisesi, Trabzon İmparatorluğu krallarından 1. Manuel Komnenos zamanında (1238-1263) inşa edilmiştir. İngiliz seyyah ve araştırmacısı G. Finlay tarafından 1427 yılına tarihlenen çan kulesi kilisenin batısında yer almaktadır. Kilisenin kuzeyinde yer alan üç apsisli şapel kalıntısı ise daha erken bir döneme ait olmalıdır.

Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u fethini takiben yapı camiye çevrilmiş ve vakıf eser olmuştur. Ayasofya, yüzyıllar boyunca şehri ziyarete gelen seyyah ve araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Trabzon üzerine anlattıkları ile ünlü Evliya ÇELEBİ (1648), Pitton de Tournefort (1701), Hamilton (1836), Texier(1864), Trabzon Şakir Şevket (1878) ve Lynch (1893) yapıya önem veren kişiler arasındadır.

1864 yılında harap durumda olan camiinin Bursalı Rıza Efendi'nin teşvikleri ile yeni baştan onarıldığı bilinmektedir. I. Dünya Savaşı yıllarında sırası ile depo, hastane, daha sonraları yine camii olarak kullanılmıştır. 1958-1962 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Edinburg Üniversitesinin işbirliği ile restore edilerek 1964 yılında da Müze olarak ziyarete açılmıştır.

Geç Bizans kiliselerinin güzel bir örneği olan yapı, kare-haç planlıdır ve yüksek bir merkezi kubbeye sahiptir. Narteks denilen giriş holüne sahip olan bina üç neflidir. Neflerden ortadaki beş köşeli, yanlardakiler ise yuvarlak birer apsisle son bulmaktadır. Narteksin üzerinde şapel vardır.

Yapının kuzey, batı ve güneyinde üç revaklı giriş bulunmaktadır.

Kubbe ve kasnağı oniki köşelidir. Kubbenin yükünü monoblok dört mermer sütun, kemerler ve pandantifler taşımaktadır. Yapı ana kubbenin etrafında değişik tonozlarla örtülmüş, çatı farklı yükseklikler verilerek kiremitle kaplanmıştır.

Üstün bir işçiliğin görüldüğü taş plastiklerde, Hırıstiyan sanatının yanı sıra Selçuklu Dönemi İslam sanatının da etkileri görülmektedir. Kuzey ve batıdaki revak cephelerinde görülen geometrik geçmeli bezemeleri içeren madalyonlarla, batı cephede görülen mukarnaslı nişler Selçuklu taş işlemelerindeki özellikleri taşımaktadır.

Binanın en görkemli cephesi güneyidir. Burada Adem ile Havva'nın yaratılışı kabartma olarak bir friz halinde anlatılmıştır:

Güney cephesindeki kemerin kilittaşı üzerinde Trabzon'da 257 yıl hüküm süren Komnenosların sembolü olan tekbaşlı kartal motifi bulunmaktadır. Benzer bir kartal tasviri olan ana apsisin dışında doğu tarafta yer alır. Bu cephede, kentaur grifon gibi karışık varlıklar, güvercinler, merkezlerinde yıldız ve hilal bulunan kare panolar, içleri bitkisel motifli madalyonlar yer almaktadır.

Yapının ana kubbesinin altına rastlayan kısmında opus-sectile tarzında çok renkli mermerden yapılmış bir yer mozaiği bulunmaktadır.

Ayasofya'nın süslemelerinin önemli bölümünü meydana getiren fresklerde İncil'den alınmış konular canlandırılmıştır. Kubbede ana tasvir Hz. İsa'nın Tanrısal yönünü aksettiren Pantacrator İsa'dır. Bunun altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunur. Pencere aralarında oniki havari tasvir edilmiştir. Pandantiflerde değişik kompozisyonlar yer almaktadır. İsa'nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi, kıyamet günü gibi sahneler betimlenmiştir.

Binanın ana kemerleri üzerindeki dairesel madalyonlarda portrelere yer verilmiştir. Yapının tonozlarında da İncil'den alınmış dini sahneler canlandırılmıştır.

Apsiste Hz. Meryem kucağında İsa ve yanlarında iki melek figürü ile tasvir edilmiştir.

Kuzey duvarında kapı üzerinde dört aziz işlenmiştir.

Narteksin merkezinde İncil'in yazarlarını temsil eden dört sembol yer almaktadır.

Ayasofya uzun tarihi geçmişi, merkezi planlı yapısı, yüksek kasnaklı kubbesi, dairesel ve çokgen apsisleri, görkemli portikleri, taş işçiliği ve freskleri ile tarihi değerinin yanı sıra sanat tarihi açısından da önemli bir abide olarak günümüzde yaşamaktadır.

1993 yılı sonunda kamulaştırılarak Ayasofya Müzesi alanına katılan 900 metrekarelik arsada, valiliğin desteği ve yerel olanakların değerlendirilmesi sonucu oluşturulan Köy Evi sergisi 1996 yılı Mayıs ayında ziyarete açılmıştır.

Sergilemenin amacı, giderek yok olan halk kültürüne ait değerlerimizin bir bölümünü kurtararak koruyabilmek, müzemize gelen ziyaretçilere küçükte olsa köy yaşamından bir kesit sunabilmektir.

Bu amaçla oluşturulan bu alanda günümüzde ayrıca yöresel yemeklerin de sunumu yapılmaktadır.


Alandaki serander, Of İlçesi, Yukarı Kışlacık Köyü'nden bağış yolu ile alınmış, parçaların numaralanıp sökülerek 85 yaşındaki bir serander ustasının nezaretinde yeniden kurulmuştur. “serendi” ve “tekir” gibi adlarla da anılan taşınabilir özellikteki bu yapı, tahıl kurutmak ve saklamak için planlanmış olup, Doğu Karadeniz Halk Mimarisi içinde çok özel bir yere sahiptir.

Seranderin yanında portatif olarak kurulan Köy Evi, küçük ölçekli ve tek katlıdır. Bunun için İlimiz Sürmene İlçesi, Yukarı Aksu Köyü'ndeki eski konutlar arasından seçilerek rölövesi çıkarılan bir örnek esas alınmıştır. Geleneksel tarzda inşa edilen konutun eski yapımında, eski yapım tekniğini bilen ustalar çalıştırılmıştır. Kestane ağacından geçme tekniğinde yapılan, cephelerden ikisi boş muska gözlü, diğerleri taş ve toprak dolgulu muska gözlüdür. Çatı dört omuz olup, geniş saçaklı ve kiremit kaplıdır.

Uzun Sok. Zeytinlik Cad. No: 10, Trabzon

Tel : (0462) 322 38 22

Faks : (0462) 326 18 88

Pazartesi dışında her gün 08.00-12.00/13.00-17.00 saatlerinde ziyarete açıktır.

Efes Müzesi

Arasta Eski Türk ticaret hayatının yoğunlaştığı bölgelerde bedestenlerin yola bakan cephelerinde revaklı dükkânların oluşturduğu çarşıdır. Aynı zamanda kısmen üretime dayalı, çoğunlukla aynı işkolunu paylaşan esnafın faaliyetlerini sürdürdükleri alan işlevi görür. Osmanlı geleneğine dayalı eski Türk kentlerindeki arastalarda ticaret belli bir sisteme ve ticari ahlâk kurallarına göre yönetilirdi. Bu sisteme göre her meslek grubu kendi aralarında mesleki dayanışma kurumları olan "lonca"lar

Efes Müzesi hakkında ansiklopedik bilgi
Arasta

Eski Türk ticaret hayatının yoğunlaştığı bölgelerde bedestenlerin yola bakan cephelerinde revaklı dükkânların oluşturduğu çarşıdır. Aynı zamanda kısmen üretime dayalı, çoğunlukla aynı işkolunu paylaşan esnafın faaliyetlerini sürdürdükleri alan işlevi görür.

Osmanlı geleneğine dayalı eski Türk kentlerindeki arastalarda ticaret belli bir sisteme ve ticari ahlâk kurallarına göre yönetilirdi. Bu sisteme göre her meslek grubu kendi aralarında mesleki dayanışma kurumları olan "lonca"lar oluşturmuştu, her zanaatkâr kendi loncasına üye olmak ve bunun için belirli bir ödenek vermek zorunda idi. Loncalarda çıraklık, kalfalık, ustalık gibi meslek basamakları vardı ve bir üst basamağa geçebilmek için belli bir başarı göstermek gerekirdi. Bu basamakları aşmak pirin veya ustanın vereceği izne bağlı idi. Loncaya bağlı meslek sahibi usta olduktan sonra pirden izin almadan arastada dükkân açamazdı, bu izin törenle verilirdi. Loncaların dükkân açmaya gücü yetmeyen zanaatkârlara dükkân bulma, sermaye verme gibi görevleri de vardı.

Değirmen

Öğütme, tahılın sertliğinin giderilmesi, pişirilip suyla karıştırılacak kıvama getirilmesi için gerekli bir işlemdir. İlkel toplumlar öğütmek için doğal kayaları kullanırlardı.

Neolitik Çağdan başlayarak İ.Ö. 5. Yüzyıl'a dek kaya yerine ortası çukur taşınabilir bir alt taş ile elin kavrayabileceği biçimde el taşı kullanılarak tahıl ezilirdi.

İ.Ö. 5. Yüzyıl'dan sonra üst taş daha büyük yapılarak ortası aralık bırakıldı ve tahılın buradan alt taşa dökülmesi sağlandı. Daha sonra üst taşa bir çevirme kolu ilave edilerek öğütme işlemi, kolaylaştırıldı.

Büyük ölçekli, eşek ve at gibi hayvanlarla çevrilen değirmenler İ.Ö. 2. Yüzyıl'da Akdeniz Bölgesinde kullanılmıştır. Su gücüyle çalıştırılan değirmenlerin ise İ.Ö. 1. Yüzyıl'da kullanıldığı bilinmektedir.

Geleneksel deneyim ve beden gücünün ilk planda olduğu, tarıma bağlı yöresel yaşamda teknolojik gelişmeler hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze dek ulaşmaktadır.

Cici Berber

50 yıl öncesine dek Anadolu'nun hemen her kasabasında "Cici Berber" adıyla anılan bir berber dükkânı bulunur, bu dükkânda genellikle bir usta, bir kalfa ve bir çırak çalışırdı.

Usta saygınlığı olan kişileri, kalfa gençleri ve çocukları traş eder, çırak ise yerlere dökülen saçı süpürür, su ısıtır, gerektiğinde müşterilere çay, kahve ikram eder, boş zamanlarında ustasını dikkatlice gözleyerek işi öğrenirdi.

Berber dükkânları günlük konuların konuşulduğu bir dedikodu yeri oldukları gibi aynı zamanda siyasi tartışmaların yapıldığı yerlerdi. Berberler genellikle kibar, iyi giyimli, saçları briyantinli, dış görünüşleri ile örnek kişilerdi. Gerektiğinde sünnet yapar, diş çekerlerdi, bu nedenle toplumda iyi, saygın yerleri vardı.

Gülsuyu ve Gülyağı Üretimi

Gülhanelerde geleneksel yöntemlerle gülsuyu ve gülyağı üretimi modern fabrikaların rekâbetine dayanamamış ve yok olmaya yüz tutmuştur.

Gülhanedeki yöntem, gül yapraklarından damıtılma yoluyla gülsuyu ve gülyağı elde edilmesidir. Üretim yıl içinde yalnızca güllerin olgunlaştığı mayıs ayında yapılır.

Gül üretimi İ. Ö. 3000 yıllarına (Sümerler'e) dek inmektedir. Daha sonra Asurlular gül yetiştirmiş ve bundan gülsuyu ve gülyağı üretmişlerdir.

Anadolu'da 12-13. yüzyıllardan bu yana gül yetiştirilmektedir. 14. yüzyılda yaşayan İbn-i Batuta, Seyahatname'sinde Burdur'un Gölhisar (Gülhisar) İlçesi'nde kendisine gülsuyu ikram edildiğini yazmaktadır.

Avrupalılar gülsuyu ve gülyağı üretimini 17. yüzyıldan sonra Türkler'den öğrenmişlerdir.

Efes Müzesi arastasında aslına uygun olarak düzenlenen gülhanede 3500 kg. gül yaprağından 1 kg. gülyağı ve 1000 kg. gülsuyu elde edilmektedir.

Gözboncuğu

Anadolu'daki prehistorik kazılarda bulunan çok sayıda gözboncuğu günümüzde Ege Bölgesi'nde Kemalpaşa ve Görece'de imal edilen gözboncuklarının öncüsüdür. Cam özel bir fırında 900-1000 derecede eritilip renklendirildikten sonra demir çubuk ile istenilen miktarda alınıp şekillendirilir. Daha çok nazarlık olarak kullanıldığı için mavi en yaygın renktir.

Günümüzde takı, anahtarlık, tespih olarak çeşitli renklerde gözboncuğu yapılır.

Efes Müzesi arasta sergisindeki gözboncuğu atölyesi Kemalpaşa İlçesi'nden getirilmiştir ve çalışır durumda bir fırını vardır. Sergilenen gözboncuklarının tümü yenidir ve bu sergileme ile atölyenin aynı zamanda satış yeri olduğu vurgulanmak istenmiştir.

Yatağan-Türk Kılıcı Yapımı

Yatağan, 50-100 cm. uzunluğunda, kabzasından ucuna doğru hafifçe kıvrılan Türk kılıcıdır. İlk olarak 14. yüzyıl başında kullanılmıştır.

Gövdesi kaliteli çelikten, kabzası boynuzdan yapılır ve belde kalın bir kuşak içinde taşınırdı.

Yapıldığı yerler genellikle Yatağan adını almıştır. Ege Bölgesi'nde, Denizli ve Muğla illerine bağlı Yatağan ilçelerinde yüzlerce yıl Osmanlı Türk ordusuna kılıç üretilmiştir.

Saadet Hatun Hamamı

Türk hamamlarının kökeni Roma hamamlarına dayanır. Bu dönemlerde hamamlar yalnızca temizlenme yerleri değil, aynı zamanda masaj ve spor yapılan, sohbet edilen yerlerdi. Roma Devrinde önemli bir yer tutan hamam kültürü Bizans Devri ortalarına dek etkisini sürdürmüş, daha sonra Akdeniz ülkeleri ve Avrupa'da unutulmuş, Türklerle birlikte yeniden ve daha canlı olarak ortaya çıkmıştır. Anadolu'da Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde sanatsal ve işlevsel değerleri yüksek çok sayıda hamam yapılmıştır.

Selçuk İlçesi'nde bilinen 7 eski Türk hamamı vardır. Bu hamamlardan biri de kitabesine göre Saadet Hatun Hamamı olarak adlandırılmaktadır. Saadet Hatun'un kim olduğu kesin bilinmemekle birlikte Aydınoğulları Beyliği soyundan gelen seçkin biri olduğu düşünülmektedir. 16. yüzyıla tarihlenen hamam geleneksel Türk hamamlarının birçok özelliklerini taşır, soğuk, ılık ve sıcak olmak üzere üç bölümlüdür. 1970 yılına dek yıkık durumda olan hamam 1972 yılında Efes Müzesi'nce onarılmıştır. Hamam, yakınındaki Efes Müzesi konferans salonu olarak kullanılan kervansaray ve Ayasuluk Mescidi ile bir külliye oluşturmakta idi.

AZİZ JOHN

Hıristiyan dininde iki önemli kişiden biri Az. Paul ve diğeri Az. John'dur. Bunların her ikisi de Efes'te yaşamışlardır. İlki 5-6 yılını vaazlarla ve bu yeni dini Efes'te tanıtmakla geçirmiştir. İkincisi bir yüzyıl süren ömrünün son yıllarını Yeni Ahit'in bölümlerini yazmakla geçirmiş, sonra burada ölmüştür. Mezarı Ayasuluk Tepesindedir. Kral Justinyen tarafından bu mezarın üzerinde yapılan kilise de Ortaçağ'ın muhteşem anıtları arasında yer almaktadır.

İsa, Kudüs kalabalığının coşkulu çığlıkları ve kahkahaları arasında çarmıha gerilirken Az. John ve Hz. İsa'nın annesi yanı başındaydı. Hz. İsa, Az. John'a dönmeyi becererek "John bu senin annendir", annesine dönerek de "Anne bu senin oğlundur" dedi. Bunun üzerine İsa'nın havarisi memnuniyetle görevi üstlenip sonuna kadar sorumluluğunu yerine getirdi.

İsa'nın çarmıha gerilmesinden sonra insanlar arasında bir tür huzursuzluk baş gösterdi. Dahası, Az. John'un erkek kardeşi öldürüldü. Az. John kan kokan bu kentte artık yaşayamayacağını fark etti. M.S. 39 ve 48 yılları arasında Az. Paul'e dair hiçbir bilgi edinilememiştir. Bu dönemde İsa'nın diğer havarileri gezerek ve vaazlar vererek bu yeni dini yaymaya çalıştılar. Bu sekiz yıllık boşluk, onun Efes'te kaldığına dair dolaylı bir kanıttır. M.S. 6. yüzyıl'ın ilk yarısında İmparator Jüstinyen, Az. John'un mezarının üzerine basilika (dikdörtgen biçiminde bir mezarlık) yapılmasını emretti. Bu Ayasuluk adıyla bilinen bir tepenin üzerinde Artemis Tapınağı'nın doğusunda yer almaktadır. Bu yapıdan sonra Lysimachos tarafından kurulan kent zamanla ekonomik sebepler yüzünden Ayasuluk Tepesinin eteklerine taşındı. Sonunda 10. Yüzyıl'da Efes kenti tamamıyla tepenin çevresine kuruldu.

St. JOHN KİLİSESİ

Az. John Efes'e geldi, burada yaşadı, Yeni Ahit'in 4. kitabını yazdı ve burada öldü. 4. kitabını bu eski kilisede kendisi derledi. Bu kilise Selçuk Türkleri gelmeden önce vardı. Burada yapılan kazılar sonunda birçok kalıntının Yunanistan, Avusturya ve diğer ülkelere kaçırıldığı ortaya çıktı. Bugün Az. John'un mezarının çevresinde beş küçük mezarın daha var olduğu ortaya çıkmıştır. Az. John'un arzusu üzerine diğer beş mezar kendi mezarıyla haç oluşturacak biçimde yapılmıştır. Hıristiyanlığın en başından beri Hıristiyan camiası bu yeri bir hac merkezi olarak kabul etmişler ve hürmet etmişlerdir. Sonraları bu kilise tanrılar tarafından harap edilmiştir. Fakat daha sonraları İmparator Jüstinyen tarafından yerine daha büyük bir kilise yaptırılmıştır. 100 m. uzunluğundaki bu kubbeli kilisenin sütunlarla çevrili çok güzel bir avlusu vardı. İki katlı olan kilise freskler ve mozaiklerle bezenmiş 6 büyük ve 5 küçük kubbeye sahipti. Yangınlar sırasında, M.S. 1. Yüzyıl'ın ikinci yarısına ait madeni paralar bulunmuştu. Bu, Az. Paul'ün mezarının o zamanlar da insanlar tarafından ziyaret edildiğini göstermektedir. Kutsal kuyular, ilahilerin söylendiği yerler, her türlü hastalığa iyi gelen küller, bu kubbelerin çatılarının altındaydı. Az. John'un mezarlığının yanından akan şifalı suların o zamanın hacıları için ayrı bir değeri vardı. 4-5 yıl sonra Az. John rakibi Artemis'le birlikte yaşadı. Artemis tapınağı ne kadar çok yağmalandıysa Az. John'un mezarına bir o kadar dokunulmadı. Bu mezarlık en ufak zarar görmedi. Çünkü o insanlığın en önemli mesihiydi ve İsa'nın halefiydi. Onun mezarı aynı tepedeki St. Mary’nin kilisesi gibi bir halefi yoktur biçiminde yükselmekteydi. Onun anısına Batı inanlar tarafından asla ihmal edilmeyecektir." Türkler Efes'i 11. Yüzyıl'ın ilk yıllarında fethetmelerine rağmen, Bizanslılar bölgeyi 14. Yüzyıl'ın başlarına kadar terk etmediler. Kent zamanın hanedanlığı Menteşoğullarından İsa Bey tarafından fethedildi (İsa Bey Camii bu döneme ait anıtsal bir kanıttır, planda da görülebilir-). Sonra kent M.S. 1348'de Aydınoğulları Beyliği'nin başkenti olmuştur. Daha sonrada 1390 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiştir. Bundan sonra kent önemini yitirdi ya da İzmir daha önemli hale geldi. 1914 yılında Ayasuluk ismi Selçuk ismine çevrildi. Kentin nüfusu 50 yıl önce 1000 iken şu anda 18.000'e ulaşmıştır.

Atatürk Mahallesi, Kuşadası Caddesi, Selçuk
Tel : (0232) 892 60 10

Faks : (0232) 892 70 02



Pazartesi dışında her gün 08.30-12.00/13.00-17.30 saatlerinde ziyarete açıktır.

İstanbul Modern

İstanbul Modern hakkında ansiklopedik bilgi
150px|right|thumb|İstanbul Modern logosu 200px|thumb|right|İstanbul Modern İstanbul Modern Sanat Müzesi veya kısaca İstanbul Modern, Türkiye'nin ilk modern sanat müzesidir. Eczacıbaşı ailesinin öncülüğünde, İstanbul Kültür Sanat Vakfı ( İKSV) tarafından kurulan müze, 11 Aralık 2004'te ziyarete açılmıştır. Karaköy limanında, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile Tophane-i Amire arasında yer alır. İstanbul Modern, T.C. Denizcilik İşletmeleri için kuru yük deposu olarak inşa edilen 4 no'lu antrepo binasının müzeye dönüştürülmesi ile hayata geçmiştir. 2003 yılında gerçekleştirilen 8. Uluslararası İstanbul Bienali'ne de ev sahipliği yapan bina, devrin başbakanı Tayyip Erdoğan tarafından, müze olarak tahsis edilmiş ve kendisinin Türkiye'ye AB üyeliği için müzareke tarihi verilecek olan 17 Aralık tarihinden önce yapımının tamamlanması isteği üzerine 11 Aralık 2004'te hizmete açılmıştır. Şu anda İstanbul Modern'in baş küratörlüğünü Rosa Martinez yapmaktadır.

Ziya Gökalp Müzesi

```Ziya Gökalp Müzesi```, Diyarbakır`lı sosyolog, yazar ```Ziya Gökalp````in doğduğu evdir. 23 Mart 1956 tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır. Yazarın kişisel eşyaları ve belgelerinden oluşan kolleksiyonlar ile yörenin etnografik eserleri sergilenmektedir.

Ziya Gökalp Müzesi hakkında ansiklopedik bilgi
Ziya Gökalp Müzesi, Diyarbakır'lı sosyolog, yazar Ziya Gökalp'in doğduğu evdir. 23 Mart 1956 tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır. Yazarın kişisel eşyaları ve belgelerinden oluşan kolleksiyonlar ile yörenin etnografik eserleri sergilenmektedir. Diyarbakır'ın tipik sivil mimarlık örneklerinden biri olan bu iki katlı ev, 19. yüzyıl başında siyah bazalt taşı kullanılarak inşa edilmiştir. İç avlunun etrafında birleşen harem ve selamlık dairelerinden oluşur. 1824 yılında Ziya Gökalp'in ailesine intikal eden evde 1876 yılında Ziya Gökalp doğmuştur. Müze; Melik Ahmet Caddesi, Gökalp Sokak'ta yer alır.

Bandırma Arkeoloji Müzesi

Kyzikos antik kenti ve Daskyleion ören yeri buluntularının sergilenmesi amacıyla Bandırma Müze Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından kurulan ve Kültür Bakanlığı'na devredilerek yeniden inşa edilen müzede iki teşhir salonu, bir laboratuar, kütüphane ve konferans salonu bulunmaktadır. Katalogun hazırlandığı tarihte ziyarete açılmamış olan müzede, Daskyleion'a özgü Anadolu Pers sanatının özelliklerini taşıyan antemionlu ve frig yazıtlı mezar stelleri, kazılarda çıkarılan Pers etkili pişmiş toprak

Bandırma Arkeoloji Müzesi hakkında ansiklopedik bilgi
Kyzikos antik kenti ve Daskyleion ören yeri buluntularının sergilenmesi amacıyla Bandırma Müze Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından kurulan ve Kültür Bakanlığı'na devredilerek yeniden inşa edilen müzede iki teşhir salonu, bir laboratuar, kütüphane ve konferans salonu bulunmaktadır. Katalogun hazırlandığı tarihte ziyarete açılmamış olan müzede, Daskyleion'a özgü Anadolu Pers sanatının özelliklerini taşıyan antemionlu ve frig yazıtlı mezar stelleri, kazılarda çıkarılan Pers etkili pişmiş toprak kaplar ile Kyzikos antik kendinden ve civardan elde edilen mezar stelleri sergilenecektir.

Paşabayır Mahallesi, Ziyaret Bahçesi Mevkii Bandırma Tel : (0266) 714 82 71

Çankaya Köşkü

Çankaya Köşkü Cumhurbaşkanlığı konutu. Cumhuriyetin ilk yıllarında Çankaya, Ankara'nın güneyindeki tepelerin üzerinde küçük bir köydü. Evlerinin çoğunluğunun çevresi bağlık ve bahçelikti. Bu tepelerden birinin üstünde, ağaçlar arasında bulunan bir Köşk'ten birkaç adım atınca, Ankara çevresindeki tepelerle, kalesiyle gözleri dolduruyordu... Çankaya'nın yayla havası sert, temiz ve sağlamdı... İşte bu Köşk, modern Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşunda ve kaderinde önemli bir yer t

Çankaya Köşkü hakkında ansiklopedik bilgi
Çankaya Köşkü Cumhurbaşkanlığı konutu. Cumhuriyetin ilk yıllarında Çankaya, Ankara'nın güneyindeki tepelerin üzerinde küçük bir köydü. Evlerinin çoğunluğunun çevresi bağlık ve bahçelikti. Bu tepelerden birinin üstünde, ağaçlar arasında bulunan bir Köşk'ten birkaç adım atınca, Ankara çevresindeki tepelerle, kalesiyle gözleri dolduruyordu...

Çankaya'nın yayla havası sert, temiz ve sağlamdı... İşte bu Köşk, modern Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşunda ve kaderinde önemli bir yer tutacaktı. Mustafa Kemal Paşa, Ankaralılar'ın kendisine hediye ettikleri bu Köşk'te 1921 ile 1932 yılları arasında kaldı. Annesi Zübeyde Hanım ile eşi Latife Hanım da bir süre burada oturdular...

O, ziyaretçilerini, büyükelçileri, yerli yabancı misafirlerini, gazetecileri bu küçük Köşk'te kabul eder ve ağırlardı. Dünya'da tarihi değeri olan pek çok bina, ünlerini büyüklerine ve mimarlarına borçludurlar. İlk Çankaya Köşkü'nün ise maddi bir büyüklüğü olmadığı gibi, mimarı da belli değildir.

Türk Hükümeti'nin yerleştiği Bakanlıklar semti ve onu takiben de Büyükelçilikler'in yer aldıkları Çankaya'ya uzanan ana caddenin oluşturduğu tablo, Mustafa Kemal Atatürk' ün " YURTTA SULH, CİHANDA SULH" ilke ve idealinin insana heyecan veren görkemli bir görüntüsüdür...

İşte bu Köşk'te Türk Kurtuluş Savaşı'nın kahramanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin, kurucusu ve çağdaş Türk Ulusu'nun önderi çalışmış ve düşüncelerini gerçekleştirmiştir. Atatürk'ü izleyen ve O'nun ilke ve ideallerine bağlı Cumhurbaşkanları da Çankaya'daki yeni Pembe Köşk'te günün ihtiyaçlarından doğan küçük değişikliklerle, Atatürk'ten gelen yaşayışı sürdürmüşlerdir. Böylece Çankaya, Türkiye Cumhuriyeti'nin gelenek ve devamlılık ve demokratik düşünce ve yaşam biçiminin simgesi olmuştur.Pembe KöşkÇankaya Köşkü, Müze Köşk'ün hemen sağ tarafında ve onun bittiği yerde başlayan sütunlu, pembe tarihi bir yapıdır. Yapımına 1931 yılında başlanılan ve ilk yıllarda Yeni Köşk olarak da adlandırılan Çankaya Köşkü 1932 yılı Ekim ayında tamamlandı.

Pembe Köşk'ün üç cephesi de Ankara taşı ile çevrilidir.. Alt katı bodrum ve genişçe bir teras üzerine iki kat olarak inşa edilen Çankaya Köşkü'nün birinci katı, çalışma ve misafirlerin kabulleri, üst katı ise ikametgah için düzenlenmiştir. Çankaya Köşkü' nün çalışma ve kabul salonlarının bulunduğu birinci katına, binanın her dört cephesindeki kapılarla da giriş yapılabilmektedir.

Milli Bayrağımızın dalgalandığı büyük gönder, Köşk'ün sağ ön tarafında ve Gül Bahçesinin duvarlarının başladığı köşededir. Çankaya Köşkü'nün günlük kullanım kapısı, 19 taş basamaklıdır. Terasında köşeli küçük havuz ile bir çiçek bölümü vardır... Yabancı Devlet Başkanları'nın Köşk'ü ziyaretlerinde ise, ön cephedeki geniş merdivenler ile aynalı salonun terasa açılan kapısı kullanılmaktadır.Müze KöşkAtatürk Müze Köşkü olarak adlandırılan bina, Cumhurbaşkanlığı kompleksi içindeki ilk yapıdır. Ankara'nın Çankaya köyünde tahminen 1800'lü yılların sonlarında bir bağ evi olarak yapılmıştır.

Müze Köşk Büyük sarayların ihtişamından uzak, mütevazı ancak, Atatürk'ün ince zevkini yansıtan bir biçimde döşenen Müze Köşk'ün methal taşlık olarak anılan girişinden hole geçilir. Ortasında bilardo masası, tam karşı köşede piyano bulunan hole açılan üç kapıdan sağdaki ile yeşil salona, karşıdaki ile yemek salonuna, soldaki ile ise elçi kabul salonuna geçilir. Yine solda, üst kata çıkan merdivenler bulunur.

Üst katta ise geniş bir sofa, çalışma odası, kütüphane, yatak odası, oturma odası ve banyo vardır.

Mimar Seyfi Arkan tarafından yapılmış, 1936 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır. Tek katlı bir yapı olan Camlı Köşk 1951 - 1954 yılları arasında Türkiye' yi ziyaret eden yabancı Devlet Başkanlarına ikametgah olarak tahsis edilmiştir.

1954 - 1970 yılları arasında Başbakanlık ve Senato Başkanlığı ikametgah olarak kullanılmıştır. 1985 yılında yeniden düzenlenmiş, 1994'te restorasyonuna başlanmış olan Camlı Köşk, restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra, 1996 yılı başında tekrar yabancı Devlet Başkanlarını konuk etmek üzere kullanılmaya başlanmıştır.Hizmet BinasıCumhurbaşkanlığında mevcut binaların ihtiyacı karşılamaması üzerine yapılmıştır. 4 Nisan 1986 günü temeli atılan bina 1993 yılında hizmete açılmıştır. Projesi mimarlar Mustafa Aytöre ve Orhan Genç tarafından hazırlanan ve tamamen Cumhurbaşkanlığı birimlerinin çalışma ofisi olarak kullanılan binada, toplantı, kabul, resepsiyon salonları ile Cumhurbaşkanının makamı ve çalışma ofisi bulunmaktadır.Çankaya'da sığınakTürkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları'nın ikamet ettiği Çankaya'da bir atom sığınağı da yer alıyor. 1940'lı yıllarda İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde inşa edilen sığınak, köşk binasının 50 metre arkasında yer alıyor.

Çelik bir kapıdan girilen sığınak, Ankara'da muhtemel bir nükleer saldırı durumunda Cumhurbaşkanı'nın çalışacağı mekan olarak planlandı. Her türlü ayrıntının düşünüldüğü bölmede mütevazi bir banyo, masalara yerleştirilmiş küçük kuru çiçekler, banyo terlikleri ve 1940'lı yıllardan kalma bir barometre var.

Demirel'in sığınağa hiç girmemesini geçmişte istismar edilmesine bağlarken 9.Cumhurbaşkanı'nın bahsettiği dönem İnönü'nün cumhurbaşkanlığı döneminde yaşanan 2.Dünya Savaşı günleriydi. Demirel, halkın tepesine bomba atılacağı bir ülkede "Cumhurbaşkanı Çankaya'da sığınak buldu" diye laf çıkmasının kendisini o güne kadar sığınağa girmemeye yönelttiğini belirtti.Piramit SalonÇankaya Köşkü'nün en yeni salonu 22.11.1999'da açılan ve tam bir teknoloji harikası olarak tanımlanan "Piramit Salon".. ABD Başkanı Bill Clinton'ın Ankara ziyaretine teknik aksaklıklardan dolayı yetişmeyen Piramit Salon'un ilk misafiri Finlandiya Cumhurbaşkanı Matti Ahtisaari oldu.

Salonda simultane tercüme için gereken araçlar, ses cihazları ve kameralar bulunuyor. Duvarları ses yalıtımı için özel olarak kaplandı. Kırmızı rengin hakim olduğu salonda kameraların rahatça çekim yapabilmeleri için ayrı bir de bölüm oluşturuldu.

Mevlana Müzesi

Resim:Mevlana müzesi giris.JPG|thumb|250px|Mevlana Müzesi girişi. Kapının üstündeki tabloda eski yazıyla "Ya Hazreti Mevlana" yazıyor

Mevlana Müzesi hakkında ansiklopedik bilgi
thumb|250px|Mevlana Müzesi girişi. Kapının üstündeki tabloda eski yazıyla "Ya Hazreti Mevlana" yazıyor Mevlana Müzesi, eskiden Mevlâna'nın dergâhı olan yapı kompleksinde, 1926 yılından beri faaliyet gösteren müzedir. "Mevlana Türbesi" olarak da anılır. "Kubbe-i Hadra" (Yeşil Kubbe) denilen Mevlana'nın türbesi dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine yapılmıştır. O günden sonra yapı faaliyetler hiç bitmemiş, 19. yüzyılın sonuna kadar yapılan eklemelerle devam etmiştir. Osmanlı sultanlarının bir kısmının Mevlevi tarikatından olması Türbe'ye özel bir önem verilmesini ve iyi korunmasını sağlamıştır. Müze alanı bahçesi ile birlikte 6.500 m² iken, yeri istimlak edilerek Gül Bahçesi olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18.000 m²ye ulaşmıştır. Bağlı bulunduğu Kültür Bakanlığı'na en çok gelir getiren ikinci müzedir. (Birinci Topkapı Sarayı müzesi.) Yabancı turistlerin giriş için yerlilerden daha fazla ücret ödemesi özellikle Mevlana'nın mesajı gözönüne alındığında tepki toplamaktadır. Mevlana hakkında menkıbelerin anlatıldığı Ahmed Eflaki'nin kitabı "Arifler'in Menkıbeleri"nde{{ref|1}} Mevlana'nın babası için türbe yaptırmak isteyen devrin sultanına "gök kubbeden daha görkemlisini yapamayacağınıza göre zahmet etmeyin" dediği rivayeti yer alır. Türbe, Mevlana'nın ölümünden sonra inşa edilmiştir. Halk arasında Mevlana Türbesini ziyaret etmenin "yarım hacılık" payesi kazandırdığı yönünde bir inanca rastlanmaktadır.

Nevşehir Müzesi

Nevşehir'de müze kurulması 1967'de gerçekleşmiştir. Müzenin kurulması ile yıllar önce ihmal edilen ören yerlerinin çevre düzeni, kiliselerin restorasyon ve konservasyonu ile yer altı şehirlerinin temizlenmesi ve ışıklandırılması gündeme gelmiştir. Müze kurulma fikri, zamanın Merkez Kütüphane Müdürü Hamit Özalp tarafından ortaya atılmıştır. Özalp, 1963-1964 yıllarında çevreden topladığı tarihi eserleri kütüphanenin bir odasında muhafaza etmiştir. Özalp'ın çalışmaları sonuçsuz kalmamış, 1966 yı

Nevşehir Müzesi hakkında ansiklopedik bilgi
Nevşehir'de müze kurulması 1967'de gerçekleşmiştir. Müzenin kurulması ile yıllar önce ihmal edilen ören yerlerinin çevre düzeni, kiliselerin restorasyon ve konservasyonu ile yer altı şehirlerinin temizlenmesi ve ışıklandırılması gündeme gelmiştir.

Müze kurulma fikri, zamanın Merkez Kütüphane Müdürü Hamit Özalp tarafından ortaya atılmıştır. Özalp, 1963-1964 yıllarında çevreden topladığı tarihi eserleri kütüphanenin bir odasında muhafaza etmiştir. Özalp'ın çalışmaları sonuçsuz kalmamış, 1966 yılında Nevşehir' de bir müze açılması, Eski Eserler ve Müze Genel Müdürlüğü'nce kararlaştırılmıştır. Damat İbrahim Paşa Külliyesi'nin bir parçası olan Aşevi ve Sübyan Mektebi, müze olarak kullanılmak üzere restore edilmiştir. 1966 yılının sonlarında teşhir ve tanzim işleri bitirilerek 1967 yılında Damat İbrahim Paşa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. 1987 yılında ise şimdiki Kültür Sitesi bünyesinde bulunan yerine taşınmıştır. Müzede arkeolojik ve etnografik olmak üzere iki teşhir salonu mevcuttur.

Nevşehir Müzesi'nde 1997 yılı eser sayımına göre 2854 arkeolojik, 3210 adet etnografik, 6914 adet sikke, 2 tablet, 93 mühür ve mühür baskısı, 87 adet el yazması kitap olmak üzere toplam 13160 eser mevcuttur.

Nevşehir İl sınırları içerisinde 2 adet askerî yapı, 69 adet dinsel ve kültürel yapı ve 287 adet sivil mimari olmak üzere toplam 358 adet tescilli yapı bulunmakta, ayrıca 33'ü arkeolojik, 3'ü kentsel, 4'ü tarihi, 8'i doğal olmak üzere toplam 48 sit alanı mevcuttur.

Kayseri Cad., Türbe Sok. No: 1
Tel : (0384) 213 14 47

Faks : (0384) 212 43 38

E-Posta: mail@nevsehirmuseum.com

Web: http://www.nevsehirmuseums.com/

Pazartesi dışında her gün 08.00-17.00 saatlerinde ziyarete açıktır.

Sinop Müzesi

Yurdumuzun en eski müzecilik faaliyetlerinden biri de 1921 yılında Sinop'ta başlamıştır. Önceleri Mekteb-i İdadi'de muhafazaya alınan eserler ile zamanla şehrin muhtelif yerlerinden çıkan buluntular, 1932 yılında Süleyman Müinüddin Pervane Medresesi'nde toplanarak bir müze çekirdeği oluşturulmuştur. 1941 yılında ziyarete açılan müze 1945'te memurluk; 1947'de müdürlük olmuş, 1970'te inşa edilen binasına taşınmıştır. Kültür varlıkları modern müze salonlarında oluşturulan seksiyonlarda teşhire

Sinop Müzesi hakkında ansiklopedik bilgi
Yurdumuzun en eski müzecilik faaliyetlerinden biri de 1921 yılında Sinop'ta başlamıştır. Önceleri Mekteb-i İdadi'de muhafazaya alınan eserler ile zamanla şehrin muhtelif yerlerinden çıkan buluntular, 1932 yılında Süleyman Müinüddin Pervane Medresesi'nde toplanarak bir müze çekirdeği oluşturulmuştur.

1941 yılında ziyarete açılan müze 1945'te memurluk; 1947'de müdürlük olmuş, 1970'te inşa edilen binasına taşınmıştır. Kültür varlıkları modern müze salonlarında oluşturulan seksiyonlarda teşhire sunulmaktadır.

İç Teşhir Salonu / Zemin Kat

Galeri: Tarih Öncesi Çağı Eserler Seksiyonu
Sinop çevresinden derlenen ve 1953 yılında Sinop'a 16 km. mesafede bulunan Demirci Köyü Kocagöz Höyük kazısından çıkan eski Tunç Çağına ait (M.Ö.3000-2700) buluntular arasında pişmiş topraktan yapılmış kulplu-kulpsuz, ayaklı-ayaksız vazo, tas, kupa, tabak, testi, kulplu kâseler, ağırşak, kolyeler, değişik formda diğer kaplar, kemik aletler, cilâlı taştan balta, bronz iğne ve mızrak uçları yer almaktadır.

Galeri ve I. salon arasında Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı Devri çeşitli sikkeler ile son bölümde Karadeniz deniz buluntuları olan ve müzeye ayrı bir hususiyet kazandıran amphoralar teşhir edilmiştir.

1. Salon: Klasik Eserler Seksiyonu

Kronolojik sıra ile Hitit (M.Ö.2000-1200), Frig (M.Ö.1200-695) Arkaik (650-480) 5-3. yüzyıl eserleri, Hellenistik, Roma, Bizans çağlarına (M.Ö.330-M.S. 1453) ait pişmiş topraktan yapılmış testi, tabak, askı kulplu, süzgeçli kaplar, yonca ağızlı, boyalı testiler, 6. yüzyıl ait tabak, aryballos, kylix 5. ve 4. yüzyıl ait pişmiş topraktan muhtelif cins küçük mezar buluntuları, altın, kemik, bronz ziynet eşyaları, Serapis mabedi buluntuları, silindirik mühür, altın küpe, yüzük gibi ziynet eşyaları, çeşitli formda kaplar, her iki çağın cam eserleri, küpe bilezik, yüzük gibi ziynet eşyaları ile Selçuk Osmanlı define (sikkeleri) bu salonda sergilenmektedir.

Öte yandan Hellenistik ve Roma Çağı heykeltıraşlık eserleri de klasik eserler seksiyonuna ayrı bir değer katmaktadır.

2. Salon: Etnografik Eserler Seksiyonu

Sinop yöresinin giyim kuşam, el işleme örme, dokuma örnekleri ile, çeşitli ziynet eşyaları, çini porselen, ateşli-delici silahlar, yazı takımları, fildişi sedef kakmalı çekmece, mutfak eşyaları teşhir edilmektedir.

1. Kat

Halı ve Yazma Eserleri Seksiyonu

Müzenin bu kısmında XVII. ve XVIII. yüzyıllara ait Kula ve Gördes halı seccade örnekleri, çeşitli çatmalar, el yazma Kuran'lar hat sanatına ait yazı çeşitleri, cilt kapakları, fildişi kakmalı nadide rahleler sergilenmektedir.

İkona Seksiyonu

Burada Bizans sanat üslubunun özelliklerini taşıyan zengin bir ikona koleksiyonu sergilenmektedir. Çeşitli boy ve ebattaki İsa, Melek, Meryem ve Azizler ile ilgili konuları içeren, bol miktarda altın yaldız kullanarak yapılan, bilhassa yabancı ziyaretçiler tarafından ilgi ile izlenilen ikonalar müzenin birinci katındaki salonda yer almaktadır.

Açık Teşhir

Revak ve Bahçede Arkaik, Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı çağlarına ait muhtelif mimarî parçalar, çeşitli steller, lâhit, lâhit kapakları, sunak, adak, mil taşları ve arslan heykelleri teşhir edilmektedir. Ayrıca çok sayıda İslâmî mezar taşı da açık teşhirde yer almaktadır.

1951 yılında yapılan kazı anında ortaya çıkarılan Hellenistik Çağa ait Serapis mabedi kalıntısı ile 1853 Sinop Deniz Şehitleri anıtının müze bahçesinde bulunması bahçeye ayrı bir hususiyet kazandırmaktadır.

Okullar Caddesi

Tel : (0368) 261 19 75

Faks : (0368) 261 61 63

Pazartesi dışında her gün 08.00-17.00 saatlerinde ziyarete açıktır.
Bu konuyu tüm sitede arat

Sümela Manastırı

Maçka’nın 17 km. güneyinde Altındere köyü’nde, Meryemana (Panagia) deresinin batı yanında, Mela Dağı’nın deniz seviyesinden 1,150 m. yükseklikteki kayaları oyarak ve doğal mağaralardanda faydalanılarak yapılmış manastırın adı “Sümela”, Rumca karanlık, siyah anlamına gelen “melas” kelimesinden gelmektedir.

Sümela Manastırı hakkında ansiklopedik bilgi

Sümela Manastırı , Trabzon ili, Maçka ilçesi, Altındere köyü sınırları içerisinde yer alan Panagia (Meryemana) deresinin batı yamaçlarında Mela (< Yunanca siyah)tepesi üzerinde deniz seviyesinden 1.150 m yükseklikte yer alan bir Rum manastır ve kilise kompleksi olup, tam adı Panagia Sumela veya Theotokos Sumela'dır.

Etimoloji

Halk etimolojisine göre, Karadenizli Hristiyan Rumlar Mela dağındaki mucizevi Panagia ikonundan bir şey diledikleri zaman ‘stou mela' derlermiş, bu kelime zamanla Sumela'ya dönüşmüş, bu yüzden manastıra ‘Karadağın (Mela dağının) bakiresi de denilmektedir. Özhan Öztürk. Karadeniz Ansiklopedi Sözlük. Heyamola Yayıncılık. İstanbul. 2005. s. 1042 ISBN 975-6121-00-9

Tarihçe

Başlangıç kilisesinin MS 375-395 tarihleri arasında Anadolu'da sıkça rastlanılan hatta Trabzon'da Maşatlık mevkiinde benzer örnekleri bulunan bir mağara kilisesi daha olduğu sanılmaktadır. İlk kilisenin kuruluşu ile mamastır formuna dönüşümünü içeren bin yıllık ara dönem henüz aydınlanamamış olup yerel efsanelerin konusudur. Karadeniz Rumları arasında anlatılan bir efsaneye göre Atinalı Barnabas ile Sophroinos adlı iki keşiş rüyalarında, H z. İsa'nın öğrencilerinden Evangelist St. Lukas'ın yaptığı üç Panagia ikonundan, Meryemin bebek İsa'yı kollarında tuttuğu ikonun bulunduğu yer olan Sümela'nın yerini birbirinden habersiz ayrı ayrı yerlerde gördükten sonra deniz yoluyla Trabzon'a gelmiş, gördükleri rüyaları birbirlerine anlatmış ve ilk kilisenin temelini atmışlardır. Bununla birlikte manastırdaki freslerde sıkça yeralıp, özel bir önem verilen Trabzon İmparatoru III. Alexios'un (1349-1390)manastırın gerçek kurucusu olduğu sanılmaktadır. 14. yüzyılda Türkmen akınlarına maruz kalan kentin savunmasında ileri karakol görevi üstlenen manastırın statüsünde Osmanlı fethinden sonra bir değişiklik olmamıştır. Yavuz Sultan Selim'in (1512-1520) Trabzon'da ki şehzadeliği sırasında iki büyük şamdan buraya hediye ettiği, Fatih Sultan Mehmed, 2. Beyazıd, 1. Selim, 2. Selim, 3. Murad, İbrahim, 4. Mehmed, 2. Süleyman ve 3. Ahmed'in de manastırla ilgili birer fermanları bulunmaktadır. Osmanlı döneminde manastıra sağlanan imtiyazlar, Trabzon ve Gümüşhane bölgesinin İslamlaşması sırasında özellikle Maçka ve Kuzey Gümüşhane'de Hristiyan ve Gizli Hristiyan köyleri ile çevrili bir alan yaratmıştır. 18 Nisan 1916'dan 24 Şubat 1918'e kadar süren Rus işgali sırasında Maçka civarındaki diğer manastırlar gibi bağımsız bir Pontus devleti kurmak isteyen Rum milislerin karargahı olmuş, mübadele ile bölgedeki Hristiyanların Yunanistan'a gönderilmesinin ardından önemini yitirerek T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yakın zamanda onarılana dek kaderine terkedilmiştir.. Özhan Öztürk. Age. s. 1043

Freskler


Asıl kilisenin apsid kısmında, güney duvarında yukarıda Meryem'in doğuşu ve mabede sunuluşu, tebliğ, Hz. İsanın doğuşu, mabete sunuluşu ve hayatı, altta İncilden resimler.

Güney kapısında Hz.Meryem'in ölümü ve havariler.


Kilisenin doğuya bakan yukarı kısmında 2. sırada Genesis, Ademin yaratılışı, Havva'nın yaratılışı, Allah'ın tembihi, İsyan ( Adem ile Havvanın yasak meyveyi yemeleri) Cennetten kovulma. 3. sırada: Yeniden dirilme, Thomas'ın şüphesi, Kabirde bir melek, Nikaia konsülü.


Absid kısmının dışında, yukarıda Mikail, Cebrail bulunmaktadır Şamil Horuluoğlu. (1978), Tarihi Eserleri ile Trabzon. Cihan Matbaası. Ankara


Ek BilgiMaçka’nın 17 km. güneyinde Altındere köyü’nde, Meryemana (Panagia) deresinin batı yanında, Mela Dağı’nın deniz seviyesinden 1,150 m. yükseklikteki kayaları oyarak ve doğal mağaralardanda faydalanılarak yapılmış manastırın adı “Sümela”, Rumca karanlık, siyah anlamına gelen “melas” kelimesinden gelmektedir.

Karadenizli hristiyan Rum’lar Mela dağındaki mucizevi Panagia ikonundan bir şey diledikleri zaman "stou mela" derlermiş, bu zamanla Sumela'ya dönüşmüş. Bu da ikona neden Panagia Soumela denildiğini açıklamaktadır. Bu yüzden manastıra “Karadağın (Mela dağının) bakiresi”de denilmektedir. Atinalı Barnabas ile Sophroinos adlı iki keşiş rüyalarında, Hz. İsa’nın öğrencilerinden Evangelist St. Lukas’ın yaptığı üç Panagia ikonundan , Meryemin İsayı kollarında tuttuğu ikon Evangelist St. Luke'un yaptığı üç Panagia (Meryemana) ikonundan , Meryemin bebek İsa’yı kollarında tuttuğu ikonun bulunduğu yer olan Sümela'nın yerini birbirinden habersiz ayrı ayrı yerlerde görmüşler, deniz yoluyla Trabzon'a gelmişler ve gördükleri rüyaları birbirlerine anlatmışlardır (Bunlardan biriside Kıbrıstaki Kykko manastırındadır). Bundan sonra rüyalarında gördükleri bu yeri aramışlar ve en sonunda Maçka Altındere vadi’sinde, Karadağın 300 m. yüksekliğindeki sarp yamacında buldukları mağarada karar kılmışlardır. Mela dağının sarp kayalığında, bu küçük mağaranın, yüzyıllar boyunca, kayaların sabırla oyularak büyütülmesi ile bugün gördüğümüz kartal yuvasına benzeyen manastır ortaya çıkmıştır. Yapımına ne zaman başlandığı kesin olark belli olmamakla beraber M.S. 375-395 yılları arasında, Anadoludaki sayısız örneği gibi Kapadokya stili inşa edildiği sanılmaktadır. Kilisenin kuruluşundan itibaren yaklaşık 1.000 yıllık tarihi karanlıktır. Manstırı ancak Trabzon İmpartorluğu döneminden sonra incelemek mümkündür. Trabzon İmparatoru, Büyük Komnenoslarından 3. Alexios (1349-1390) bu manastırın esas kurucusu olduğunu fresklerde ön plana çıkartılmasından anlıyoruz. 3. Alexios burasını yeni bir tesis halinde inşa ettirerek, 17 m. yüksekliğinde, 40 m. uzunluğunda, 14m genişliğinde 72 odalı bir tesis yaptırmıştır. İmparator 3. Alexios 1361 yılında bir güneş tutulmasını burada karşılamıştır. Horuluoğlu’nun “Bu prensin sikkelerinde güneş resmi bu olayla ilişkili kabul edilmektedir” yorumuna katılmıyorum. Aynı güneş simgesi Pontus İmparatoru “Mithridates” in bin yıl önceki sikkelerinde de görülmekte olup “Mithra” Işık tanrısına ait eski bir kültün izidir.

1365 tarihli vakfiyesi ilede manastırın bütün idaresini arazisini, gelirlerini düzene koymuştur. Sümela 14.yüzyıldan sonra stratejik bir öneme haiz olmuştur. Herhangi bir düşman saldırısında burası ileri karakolu vazifesini görmüştür.

Etrafındaki kiliselerle daimi temas halinde olmuş, meşalelerle Trabzon'u saldırılardan haberdar etmişti. Ve Trabzon Krallarının iktidarlarında rol oynamıştır. 3. Alexios'un oğlu 3. Manuel (1390-1417) tahta çıktığı yıl, saray hazinesinde bulunan bir stavroteği (içinde İsa'nın çarmığının bulunduğu bir parçası bulunduğu iddia edilen değerli haç) Sümela'ya hediye etmiştir.

Trabzon'u Türkler aldıktan sonra, Osmanlı Sultanları bu manastır ve manastırın haklarına dokunmamışlardır. Hatta Yavuz 1. Selim (1512-1520) Trabzonda ki şehzadeliği zamanında iki büyük mumu buraya hediye etmiştir. Ayrıca Sultan Mehmed'in bir fermanı, 2.Beyazıd, 1.Selim, 2.Selim, 3.Murad, İbrahim, 4.Mehmed, 2.Süleyman ve 3. Ahmed'in fermanlarıda bulunmaktadır. Sümela bilhassa18. yüzyılda Voyvodaların himayesğinde gelişmiş ve bir çok kısımları yeniden tamir ettirilmiş, İgnastios adında bir papaz 1749 duvarlarının bütün satıhlarını yeniden fresko ile süsletmiştir. Trabzon'un 18 Nisan 1916’dan 24 Şubat 1918 e kadar süren Rus işgali sırasında, Pontos Krallığının yeniden ihyası için el altından yapılan teşkilatlanma da burası üs olarak kullanılmaktadır. Bu dönemde Rus araştırmacı Upjenski manastırda inceleme yapmıştır.

1910 yıllarında 100 civarında keşişi barındıran manastırda ülkedeki politik şartlar değişince 1922 yılında papazlar kutsal ikonu bazı kıymetli eşyalar ile birlikte manastırın 400 metre uzağındaki Agia Barbara adlı küçük kiliseye saklamışlar ve 1923’de mübadele ile Yunanistana gitmişlerdir. 15 Ağustos 1931 yılında Kalatvryta'daki Megalo Spileoda Panagia kiliseside katılanların çoğunun Pontoslu Rum olduğu bir dini kutlama yapılıyormuş. Tören bittikten sonra, Anadoludayken Ordu piskoposu olan, o anda ise Xanti (Gümülcine) piskoposu Polycarpos Psomiades , Venizelos'a St.Luke (Lukas) ikonunu Karadeniz’de nasıl ve nereye gömdüklerinin hikayesini anlatmış.

Bir süre sonra Türkiye başbakanı İsmet İnönü, Eylül 1931 yılında Atinaya Balkan Oyunları için gelince, Venizelos ona bir Rum papazı karadenize gönderip gömülü ikonu çıkarmak için iznin istemiştir. Venizelos piskopos Chrysantos ve yanında bir papazı görevlendirir. Hrisantos, Ambrossios adlı papazı seçer. Ambrossios Makedonyaya gider ve ikonu gömem papazı (İremias) bulur. Ambrossios ile 22 kasım 1921 de resmi görevle yola çıkarlar. İstanbulda,Türkçe bilen Alexander Vasiliou'yu bulurlar ve onun kılavuzluğunda bir gemiyle Trabzoona giderler. Trabzonda polis ve asker eşliğinde Agia Barbara şapeline gidip, gömülü ikon ve diğer eşyaları bulup onları Atinadaki Bizans müzesine teslim ederler.

Ağustos 1951 yılında Veria'daki “Kastania”da yeni bir Panagia Sumela inşa edilir. Bir yıl sonra (Ağustos 1952) yılında ise ikon Atinadaki Bizans müzesinden alınıp manastıra getirilir. Sümela'nın mucize ikonundan başka Trabzon İmparatoru Emmanuel Komnenos'un kutsal haçı ve Oisios Christoforos'un el yazmalarıda (M.S. 644) manastıra getirilir.

Sümela manastırına Ormanın içinden normal bir yürüyüşle yarım saatte ulaşılabilinir. Seksensekiz basamaklı bir merdiveni geçerek girilen manastırın girişinde sağ taraffta "Sümela kitaplığı" yazılı kütüphanesi bulunmaktadır. Ayazma (agiasma) ise girişin sol tarafında kutsal ve içilebilecek temizlikte su olup 100 metre yükseklikteki kayalıktan damlamaktadır. Evvelce çatısı ahşap olduğu anlaşılan bu bina, binlerce kitabı muhafaza etmekteydi. Burada ceylan derisi üzerine yazılmış çok güzel ve değerli incil ile yine ceylan derisi üzerine yazılmış 17 kitap mevcuttu. Bu kitaplar cilt ve yazarlarıyla belliydiler. Ayrıca İstanbulun fethine kadar Bizans İmparatorluğunun ve Pontos İmparatoru David ile Osmanlı padişahının yazdıkları çeşitli ferman ve beratlar bulunmaktaydılar. 18.yüzyıldaki bir yangın sonucu çoğu kitap ve değerli vesikalar yanmış, kurtarılanların bir kısmı muhafaz edilmiş, bir kısmı kaybolmuştur.

Aşağıda tam kayanın sol tarafında mutfak ve tabii çeşme bulunmaktadır. Bu çeşme kısmı bugün harap olmuş ve kullanılmamaktadır. Mutfak kısmının üzeri tonozlarla örtülüdür. Yapının kemer bağları taştan olup, yapı iki taraftan aydınlatılmaktadır. Şu anda görülmesi mümkün olan fresklerin bir çoğu 1710 ve 1740 tamiratından bugüne kadar gelebilmiş olanlardır.

Asıl kilise fresklerle kaplanmıştır. İçeride mağaranın güney bölümünde kayaya oyulmuş duvar hücresi bulunmaktadır.Dışarıda 18. yüzyıldan kalma bir zamanların kapellası olan bir kilise vardır. Kiliseye yakın doğu cephesinde giriş yolu, manastırın çan kulesi ile desteklenmiştir. Çan kulesinin hemen yanında günah çıkarma yeri bulunmaktadır. İçindeki freskler halen sağlam gözükmektedir. Yukarı kısımlarda ise, keşiş odaları ve küçük kiliseler mevcuttu. Asıl kilisenin kapısında 1741 Haldiye’li (Kuzey Gümüşhane) Mişobu (Papazbaşı) emriyle tamir ettirilmiştir yazılıdır.

Manastır iç ve dış duvarlarında bulunan freskler, toprak boyası ve eski taş yosunu gibi ilkel boyalardır. Ana kilisenin güney duvarındaki belirli belirsiz tasvirleri, Komnenosları Fallmerayer ve Kyriakides tanımlamıştır (soldan sağa): 3.Manuel (1390-1417), babası 3. Aleksios (1349-90), ve 3.Aleksios’un oğlu 4. Andronikos. Bu freskler 1376-1390 tarihleri arasında yapılmış olmalılar. 1970’li yıllarda kilisenin kuzey duvarındaki fresklerin altından çıkan fresklerin çok daha eski döneme ait olduğu ortaya çıkmış. Bu eski fresklerde kullanılan renkler yeşil, pembe, açık maviymiş. D.Winfield 1970’lerde anakilisenin dışında kuzey duvarında üstüste yapılmış 3 tabaka freskten en alt tabakayı incelemiş ve Trabzon Ayasofya’da çalışan ressamlardan biri tarafından yapıldığını kaydetmiş. Eğer bu teori gerçekse manastırın 1260’larda ve 3. Aleksios’tan önce inşa edildiğini kabul etmek gerekecek. Özkan Tüfek (Sümela, Meryemana,İstanbul 1978, 38-39) manastırın dört şapelinden 1893’den beri kayıp olan şapeli 100 m. kuzeyde bulur ve fotoğraflarını çeker. Şapeldeki fresklerin 12.yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu bulgu da manastır ve fresklerin yapım tarihi konusunda kafaları iyice karıştırmıştır.

Horuluoğlu 1978’ de kilisedeki diğer freskleri şöyle tanımlamıştır: “Asıl kilisenin apsid kısmında, güney duvarında ; yukarıda: Meryem'in doğuşu ve Mabete sunuluşu, tebliğ, Hz. İsanın doğuşu, mabete sunuluşu ve hayatı ;altta: İncilden resimler. Güney kapısında Hz.Meryem'in ölümü ve havariler. Kilisenin doğuya bakan yukarı kısmında 2. sırada :Genesis, Ademin yaratılışı, Havva'nın yaratılşışı, Allah'ın tembihi, İsyan ( Adem ile Havvanın yasak meyvyi yemeleri) Cennetten kovulma. 3.sırada: Yeniden dirilme, Thomas'ın şüphesi, Kabirde bir melek, Nikaia konsülü. Absid kısmının dışında, yukarıda Mikail, Cebrail bulunmaktadır”

Alman tarihçi ve gezgin Jacop Philipp Fallmerayer (1790-1861) 1831-34, 40-42, 47-48, yılları arasında Ortadoğu ve Anadolu’yu karış karış gezmiş, Trabzon izlenimleri, karanlık bir dönemin aydınlanmasında yardımcı olmuştur. Yazarın 1840 yılında gerçekleştirdiği Sümela manastırı gezisi sonrasında “tüm dünyada, Kolhis’in Mela dağındaki bu manastır kadar güzel dini yapı yoktur” diyecek kadar yapıdan etkilendiğini görüyoruz. Bunun yanısıra Batı dünyasının Ortodoks hristiyanlara ve doğululara ilişkin oryantalist ve küçümseyici bakış açısı yazarın her satır arasında kendini göstermektedir. Havari Lukas’a ait olduğu ileri sürülen ikona ve Komnenosların fermanının yukarıda bahsi geçen hikayesine ilişkin ilginç detayları da Fallmerayer’in anıları sayesinde öğreniyoruz.



“...Başrahip bizi sıcak karşıladı, bize yol gösterici olarak davrandı ve manastırın kudsiyetini anlattı. Bu mukaddes despotların ikametgahları sade ve huzurluydu. Binanın yüksek katları onlara ait olup hizmetçilerin adaları odunluk misali küçük hücrelerdi. Hassa ve münzevi insanlar için manastır bulunmaz bir sığınak gibiydi. Binanın yapımı hiç de düzenli bir şekilde olmayıp birbirinden alçak, gelişigüzel bi biçimde yapılmıştı. Su ihtiyacı; tavandan bir kuyuya damlayan bir gözden sağlanırdı. Sonraları Trabzon’lu bir zengin tarafından yaptırılan su yolu vasıtasıyla manastır gümüş gibi temiz bir suya kavuştu.

Mabedin yabani ve tuzlu duvarları 1360’lı yıllarda güzel fresklerle süslenmişti. 3.Aleksi ve oğlu 3.Manuel ve kadınlar manastırı Theoskepastos’da gömülü olan evlilik dışı Andronikos, bu manastırı restore edip süsleyen, kitabelerle dontan kişilerdi. Bu freskleri incelerken yanımda olna papazın sabrı tükendi ki bana daha iyi izahat vermeye başladı. Bu freskler ve incil tasvirlerinin havari Lukas’In elinden çıkmış olduğunu söyledi. Papazın bu izahatı canımı sıktı. Gerçekte ise incil tasvirleri, Kapadokya kiliselerinde de mevcut olan yavan bir Bizans sanatçısının eserleriydi.

Papaz, Meryem ana ikonasının getirilmesini söyledi. Harikalar yaratan bu ikonayı getirdiler. Bir tahta parçası üzerine Grek zevkine göre bir Bizans’lı tarafından yapılan bu resim, Lukas’ın sanat yeteneğinden şüphe etmeye yeterliydi. Papazların düşüncesine göre bu ikona, Lukas’ın elinden çıkma bir ikonaydı. Gümüş bir çerçeve ile çevrilmiş ikona, Sümela’nın hazinesi olarak kabul edilirdi. Bunun kredisiyle papzlar geçinir ve manastırın çevresinde de bir kutsal koruyucu olarak algılanırdı. Bu ikonanın kutsallığı, Anadolu’Nun içlerine kadar yaygın olup, fakirliği, ihtiyarlığı bir yana iterek, Müslüman ve hristiyanlar birlikte bütün Kolkid çevresi olduğu gibi Kapadokya, Paflagonya ve Ermenistan’dan hacılar akın kın buraya gelip hediyeler ve kurbanlar sunarlardı. Sabahın erken saatlerinde akrabalarıyla birlikte, Bayburt gibi uzak bir yerden gelen Müslüman kadınları da gördüm.

Dünyanın hiç bir yerinde eşine rastlanmayan manastırın doğal güzeliği yanında efsanevi kuruluş ve eski kaderi hakkında inanılmaz masallar üretilmiştir. Manastırdaki Meryem Ana ikonasının kudsiyeti dolayısıyla, papazlarınbeslenmeleri için bir gelir kaynağı halini almıştı. Bununla yetinmeyen bu papazlar, edindikleri bu dilencilik mesleğini Rusya, Tuna boyları ve Anadolu’nun içlerine kadar genişletmişler, ellerine aldıkları sahte ikonalarla akçeler elde etmişlerdir. Trabzon’da bulunduğum zamanlarda, böyle bir dilenci papazı Kayseri’De öldürüp 40.000 guruşunu almışlar, yapılan araştırmalar sonucunda paranın bir kısmını geri alabilmişlerdi.

Bu ikonadan biraz farklı olarak, İsa’Nın çarmıha gerildiği odunun bir parçası olarak kabul edilen ve 3. Manuel tarafından Trabzon hazinesinden Sümela’ya hediye edilen gümüş kaplamalı bir de haç vardı. Her ayın ilk Pazartesi günü bu haç ile takdis edilen su, uygun bir fiyatla inançlılara dağıtılırdı.

Manastırın genel durumunu gözden geçirdikten sonra baş keşiş ile beraberonun dairesine çıktık. Biraz sonra oraya manastırın idarecilerinden iki kişi ellerinde Aleksios’Un fermanı ile geldiler. İşte uğuna bunca masraf ettiğim ve çok uzaklardan gelldiğim; siyah, kırmızı ve mavi yazılar ile doldurulmuş paçavra. Bu cinsten gördüğüm ilk vesika idi. Ve keşişler, bu tomarı açtığım, imparatorun ve karısı Theodora’nın harika, göz kamaştırıcı renklerdeki taçlı ve kırmızı elbiseli portrelerini gördüğüm, tezniyat içine girift biçimde yazılmış metni okumaya çalıştığım zamangösterdiği aceleciliği anlayamadılar. Ferman ipek kağıttan olup bir ayaktan daha geniş ve on sekiz yirmi ayak uzunluğundaydı. Bu muhteşem tasvirlerin altında sallanması gereken altın mühürler, hangi zamanda bilinmez, kaybolmuşlardı. Satırlar arasında geniş aralıklar bırakılmış ve kelimeler üstündeki çizgiler bilhassa uzun ve bariz şekilde gösterilmişti. Buna rağmen okumak o kadar zordu ki, fermanın cümle teşkil tarzınınve satırlarının kopya edilmesi için beş altı gün çalışmak gerekiyordu. Çok şükür ki fermenın yanında, Doğunun dört patriği ve diğer yüksek rütbeli din adamları tarafından imzalanarak onaylanmış, işlek ve okunaklı bir yazıyla yazılmış bir kopyası vardı. Ancak keşişler bunun içeriğine üstünkörü bir göz atmama bile izin vermediler ve hele onaylı nüshayı, asıl fermanl akarşılaştırmak istediğim zaman sabırları büsbütün taştı ve böyle eski kağıt parçalarına aşırı derecede değer veren biz Frenklerin garip hevesleri konusunda kendi aralarında ilginç konuşmalar geçti. Ben manastırın idarecisine fermanı geri verdim ve gayet sakin bir eda ile ve Türkçe olarak: “Karabaş; sen ne söylersin. Senin aklın dairesinden çıkmış. Frenk memleketlerinde bu şey hem para, hem ikram verir, şeref kazandırır” dedim. Başkeşişin yüzü hafifçe kızardı ve toplantımız bugünlük bitti...

Başkeşiş, öğleden sonra beni kütüphaneye götürecekti. İlk merakım tatmin olmuş, fakat henüz bir şey elde edememiştim. Bu ara, keşişlerin öğle uykusundan sonra baş keşişin dairesine, yani oturup yattığı yere gittik...Kapı açılınca, canı sıkılarak odanın ortasında duran tahta bir sandığın üzerine oturdu ve yerde dağınık vaziyette bulunan kitapları birer birer kenara koymamızı seyretti. Bunlar arasında bulduğumuz birkaç el yazma bizim için önemsiz parçalardı ve bizim özellikle aradığımız Komnenoslar devrine ait tarihi vesiklardan eser yoktu. Bu arada çoğu doğu Avrupa baskısı iki yüz kadar kitap ve risale saydık.

Keşişlerin ifadelerine göre; Komnenoslar tarafından verilmiş başka fermanlar ile beraber, yetmiş sene evveline kadar manastırın arşiv dairesinde muhafaza ettikleri bu ferman, son yangından kurtarılabilen son fermandır. Bunun üzerine benzer felaketlerden korumak için fermanı, diğer kıymetli eşya ile demir bir sandık içinde muhafaza etmeye başlamışlardı...” (Ömer Şen, 1840’da Sümela Manastırı’na Yolculuk, Trabzon Tarihi, 1998, 163-70).

Bu müzeler artık bedava gezilecek

Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı müze ve örenyerleri ücretsiz hale geliyor. 45 ilde 83 müze ve ören yerinde, yarından itibaren ücretsiz giriş uygulaması başlatılıyor. Listedeki yerler:
Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliğinden yapılan açıklamaya göre, ziyaretçi sayıları düşük olan müze ve örenyerlerine halkın ve yabancı turistlerin ilgisini artırmak amacıyla 45 ildeki 83 müze ve ören yerine yarından itibaren ücretsiz giriş uygulaması başlatılıyor.

Tarihi, arkeolojik ve kültürel değerleri tanıtmak, yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla başlanacak uygulamanın, bu müze ve ören yerlerine ziyaret taleplerini olumlu etkilemesi bekleniyor.

Girişleri ücretsiz olacak müze ve örenyerleri de şöyle:

Adana'da Anavarza, Kastabala ören yerleri ile Etnografya ve Misis Mozaik müzeleri,

Adıyaman Müzesi,

Afyon Arkeoloji Müzesi,

Aksaray Müzesi,

Antalya Lymra Örenyeri,

Aydın'da Yörük Ali Efe Evi, Aydın Müzesi ve Alinda Örenyeri,

Balıkesir'de Bandırma Arkeoloji Müzesi,

Bilecik Müzesi, Söğüt Ertuğrul Gazi Müzesi,

Bitlis Ahlat Müzesi, Bitlis Etnografya Müzesi,

Bolu Müzesi,

Bursa Türk İslam Eserleri Müzesi, Bursa Yenişehir Şemaki Evi,

Çanakkale Alexandra Troia Örenyeri,

Çankırı Müzesi,

Çorum Boğazköy Müzesi,

Düzce Konuralp Müzesi,

Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi,

Erzurum Arkeoloji Müzesi,

Eskişehir'de Yazılıkaya örenyeri, Yunus Emre Müzesi ve Pessilus Örenyeri,

Gaziantep Yesemek Açık Hava Müzesi,

Gümüşhane Müzesi,

Hatay Atçana örenyeri,

Isparta Yalvaç Müzesi, Isparta Müzesi,

İstanbul Adam Mickiewicz Müzesi,

İzmir'de Tire Müzesi, Etnografya Müzesi, Teos Örenyeri, Ödemiş Müzesi, Eritrai ve Claros örenyerleri,

Kahramanmaraş Müzesi,

Karaman Müzesi,

Kars Müzesi,

Kayseri Etnografya ve Güpgüp Konağı Müzesi, Kayseri Kültepe Örenyeri,

Kırklareli Müzesi, Kırşehir Müzesi,

Konya Nasrettin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Konya'da Ereğli Müzesi, Batı Cephesi Karargahı, Etnografya Müzesi,

Kütahya Çini Müzesi, Kütahya Kossut Müzesi,

Malatya Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Malatya Aslantepe Örenyeri,

Manisa Sardes Artemis, Manisa Aigai Örenyeri,

Mersin Narlıkuyu, Mersin Müzesi, Tarsus Müzesi, Anamur Müzesi, Silifke Müzesi,

Muğla'da Beçin Kalesi ve Örenyeri, İassos Örenyeri, Milas Müzesi, Balıkpazarı Örenyeri, Lagina Örenyeri, Stratonikeia Örenyeri, Gümüşkesen Anıtı, Damlıboğaz Örenyeri,

Nevşehir Tatlarin Yer Altı Şehri, Ürgüp Müzesi, Nevşehir Müzesi, Hacı Bektaş Arkeoloji ve Etnografya Müzesi,

Rize Müzesi,

Sakarya Müzesi,

Tekirdağ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi,

Tokat Latifoğlu Konağı Müzesi,

Uşak Arkeoloji Müzesi, Van Çavuştepe Kalesi,

Van Müzesi,

Yozgat Arkeoloji Müzesi,

Zonguldak Karadeniz Ereğli Müzesi.

Ankara Atatürk Evi

Bilindiği gibi Atatürk'ün doğduğu ve çocukluk yıllarını geçirdiği Selanik'teki baba evi Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı ımparatorluğu'nun dağılması yüzünden vatan toprakları dışında kalmıştır. Lozan müzakereleri esnasında Atatürk'ün Selanik'i ana vatan sınırları içerisine dahil etme arzusu gerçekleştirilememiş ve Atatürk bundan büyük üzüntü duymuştur. Devletimizin kurucusu Ulu önder Atatürk'ün 100. doğum yıldönümü dolayısıyla bütün

yurt sathında girişilen kutlama çalışmaları esnasında, Ankara Ticaret Odası Yönetim Kurulu'nun 6 Kasım 1980 tarihinde yaptığı toplantıda, zamanın Yönetim Kurulu Başkanı ö. Galip Gençoğlu'nun "Atatürk"ün Selanik'te doğduğu, çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği, memleketin hür bir idari rejime kavuşması için kader arkadaşlarıyla birlikte çalıştığı tarihi evin aynı ölçüler içindeki bir benzerinin Ankara'da yaptırılmasına" dair önerisi, Başbakan Vekilleri Cemal Sümer ve Polat öğün ile Yönetim kurulu üyeleri Muin Ekşi, ırfan Bozer, Sabahattin Parla, Ekrem Ekinci, Yaşar Eraydın, Turhan Yalçın, Yakup Köseoğlu, Halil Yılancıoğlu ve Genel Sekreter Mehmet Aydın tarafından büyük bir heyecan ve coşkuyla karşılanmış, bu husustaki Yönetim Kurulu teklifinin Oda meclisince aynı şevk ve heyecanla tasvip edilmesi üzerine keyfiyet 100. Yıl Kutlama Koordinasyon Kurulu Başkanlığı'na arz edilerek gerekli izin alınmış ve konuya ilişkin her türlü formaliteler tamamlanarak derhal faaliyete geçilmiştir.
Galip Gençoğlu Başkanlığı'ndaki Yönetim Kurulu'ndan sonra görev başına gelen Necdet Esen başkanlığında başkan vekilleri Süleyman Akyol, Ahmet Çavuşoğlu ve Üyeler Sabahattin Parla, Abdurrahim Gümüş, Turan Kurdoğlu, Ali Bitirim, Teoman Keskin, Erol Onar, Turgut Ergün ve İlhami Tuncay'dan oluşan Yönetim Kurulu Atatürk Evi'nin yapımı çalışmalarına aynı şevk ve hassasiyetle devam etmiş ve Atamızın çok sevdiği ve kendilerinin kurduğu Atatürk Orman Çiftliği'nde tahsis edilen bir arazi üzerinde 19 Mayıs 1981 günü saat 17.00'de Başbakan Bülend Ulusu tarafından evin temeli atılmıştır.
Ankara Ticaret Odası'nın girişimiyle ve önderliğinde Nurol İnşaat Kollektif Şirketi tarafından gerçekleştirilen bu değerli eser 10 Kasım 1981 tarihinde Sayın Devlet Başkanımız Orgeneral Kenan Evren tarafından açılmıştır.


Atatürk Odası
Oda 3.86 x 2.82 metre ebadında Berkofça kilimi ile döşenmiştir. Kilim al zemin üzerine beyaz, yeşil ve siyah çiçek motiflerini ihtiva etmektedir. Oda girişinin tam sağındaki duvar boyunca, tavan köşesinden döşemeye inmek üzere 4.40 x 2.15 metre ebadında ağaçtan yapılmış mermer boyalı bir kaide üzerine Atatürk'ün 0.90 boyunda tunçtan bir büstü konmuştur. Büstün solunda üstü mavi çuhalı küçük bir yazı masası

ile evi ziyaret edenlerin intibalarını yazmaları için bu masa üzerine bir defter konmuştur. Odanın ortasında kaideli bir Selanik mangalı, duvarlar boyunca da karşılıklı olmak üzere eski stil hazeran sandalye mevcuttur. Pencerelerin perdeleri iki kısımdır. Birinci kısmı uçları dantelli patiska perdeler; ikinci kısmı, bez zemin üzerine bej renginde çiçek ve vazo motifli bantları kırmızı atlastan kumaş perdeler oluşturmaktadır. Yastık kılıfları ile sedir örtüsü aynı renkte kumaştan olup, üzerlerine kenarları dantelli patiska kılıflar ve örtüler konmuştur. Odanın dekorunu, tavana çengel ile asılı pirinçten beyaz abajurlu bir gaz lambası tamamlamaktadır.

Müze Odası
Kapısı sofaya açılan Atatürk'ün şahsi fotoğraf, vesika ve belgelerini ihtiva eden müzenin görünümü şöyledir:
Ziyaretçilerin dikkatini söz konusu eşyalara yöneltmek için odanın döşemesi tefriş edilmeyerek boş bırakılmış ve pencerelere ise sadece patiska perdeler konmuştur.
Odada vitrin ile bir kitap etajeri ve fotoğraflar vardır. Vitrinlerin ihtiva ettiği eşya şu şekilde tasnif edilmiştir:

Birinci Vitrin: Gri renkte takım boy elbisesi, kasket ve spor gömlek.
İkinci Vitrin: Frank takım elbise, siyah ve beyaz yelek, eldiven, silindir şapka.
Üçüncü Vitrin: Siyah pardesü, robdöşambr, ayakkabı.
Dördüncü Vitrin: Müşirlik kasketi, kaşkol, kravat, kartvizit kutusu, sigara tablası, iki adet tesbih, masa zili, kahve fincanı, baston ve kırbaç.
Atatürk Evinin İç Durumu

Evin Bölümleri

Birinci Kat: (Taşlık, Kiler ve Hizmetçiler Odası)

Taşlık: Sokak kapısından taşlığa girilmektedir. Taşlık matla taşlarından yapılmış olduğu için zemin döşenmiştir. Bahçeye açılan kapının sağına gelen duvara bir gaz lambası ve lavabonun önüne bir ibrik ile leğen konulmuştur. Bundan başka duvarlara, eşyalara dokunulmaması ve sigara içilmemesi için Türkçe ve Yunanca yazılı iki levha monte edilmiştir.

Kiler: Kapının sonuna gelen duvar boyunca zahire sandığı, elek ve kalbur, çömlekler, et kütüğü, nacak, balta ve küp konmuştur. Kapının karşısına gelen duvar boyunca ise, tekne, ekmek kabı, tepsi, sini, tava ve kapının duvar boyunca da kazan, bakraçlar ve daha bazı ufak tefek eşya yer almaktadır.

Hizmetçi Odası: Odanın zemini üzerine hasır konmuştur. Kapının tam karşısına düşen pencereyi duvar boyunca bir ot minder kaplamaktadır ve üzerinde sarı renkte bir pösteki vardır. Kapının solunda yer alan duvar boyunca 2.30 x 0.80 ebadında bir sedir bulunmaktadır. Sedir ve yastık örtüleri koyu renkte ve çiçekli bir kumaştan yapılmıştır. Kapının sağına gelen duvar kenarına 0.98 x 0.50 metre ebadında iki eşya sandığı ve bunun üzerine bir döşek, bir yorgan, bir boz renkli battaniye katlanıp konmuştur. Oda pencerelerinden birisinin genişliğine bir su testisi ile mavi renkte bir su maşrapası; bir diğerinin genişliğine ise bir renkli fener konmuştur.


İkinci Kat: (Sofa, Mutfak, Oturma Odası ve Misafir Odası)

Sofa: 4.35 x 3.90 metre genişliğinde Şarköy kilimi ile döşelidir. Kilimin kumaşı zemin üzerine siyah ve beyaz, bej, kahverengi, yeşil, kırmızı, gri renklerle testere ucu gibi işlenmiş tırtıllı göbeği vardır. Diğer kısımlarda da stilize şekiller bulunmaktadır. Sofanın sokağa ve bahçeye bakan pencerelerinde önce patiska perdeler, bu perdelerin üzerinde de, al zemin üzerine sarı yapraklı ve yer yer mavi çiçekli ipek

kumaştan bir perde vardır. Perdelerin üstü ve yanları kadifeli bir farbala ile çevrelenmiştir. Sedir ve yastıklar, perdeyle aynı rengi taşıyan örtü kılıfları ile örtülmüştür. Bunların üzerine kenarları dantelli patiska örtüler konmuştur. Sofanın ortasında maun ağacından eski stil, yuvarlak ve orta yükseklikte siyah renkli bir orta masası ve masanın üstünde de Rumeli stili işlemeli kenarları çiçek motifleri ile süslü bir örtü bulunmaktadır. Merdivenleri çıktıktan sonra, görülen duvarda, iki parçadan ibaret bir dolap mevcuttur. Ajur kaplamadan aynalı ve sarı renkte, iki kanatlı, üç çekmeceli ve iki kapaklı olan bu dolap sofanın tavan, döşeme ve kapılarıyla aynı renktedir.
Duvar boyunca hezaran sandalyeler dizilmiştir. Tavanın ortasında, çengele asılı, beyaz abajurlu eski stil gösterişli bir gaz lambası asılmıştır.

Mutfak: Raflara yerleştirilmiş olan eşyalar arasında bakırdan, kalaylı tencere ve tabaklar da bulunmaktadır.

Oturma ve Yatak Odası: Sofaya açılan ve mutfağa bitişik bulunan Atatürk'ün annesinin oturma ve yatak odası basit bir şekilde döşenmiştir. Yerde 3.30 x 3.35 metrelik kullanılmış, sofa için tasvir edilmiş olan kilimin rengine ve motiflerine benzer bir kilim mevcuttur. Kapıdan girilince sağda, sokağa bakan üç pencere önünde Rumeli stili bir sedir, sol taraftaki duvar boyunca iki kişilik eski stil pirinçten bir karyola vardır. Karyolanın yatağı üzerinde kırmızı renkte bir örtü mevcuttur. Karyolanın baş ucunda duvara raptedilmiş Kuran-ı Kerim kesesi ile bunun yanında dini yazı ihtiva eden bir levha vardır. Karyolanın baş tarafı ile sedir arasında iki yer minderi, bunların önünde de bir Selanik mangalı mevcuttur. Karyolanın ayak ucunda ise üzeri mavi renkte, kenarları çiçek işlemeli bir örtü ile örtülmüş bir eşya sandığı bulunmaktadır. Odanın pencereleri boyunca patiska perdeleri üzerinden aşağıya yeşil ve bej renkli, ince yeşil dallı motifli kumaştan perdeler inmektedir.
Sedir örtüleri ile, yastık örtüleri aynı kumaştan yapılmıştır. Patiska perde ile yastık kenarlarının patiska sedir örtülerinin dantelaları saat motiflidir. Kapının sağına gelen duvara dini bir levha ve Atatürk'ün beyzî bıyıklı bir fotoğrafı asılmıştır.

Misafir Odası: Kapısı sofaya açılan misafir odası, 3 x 2.50 metre ebadında Şarköy kilimi ile döşenmiştir. Kilim kırmızı zemin üzerine yeşil, siyah, beyaz renkli motifleri ihtiva etmektedir. Odanın ortasında kaide üzerine oturtulmuş, kapaklı pirinçten büyük bir mangal vardır. Odanın sağ duvarı boyunca, odanın tavanı, kapıları ve döşemesi ile aynı renkte beş çekmeceli bir konsol mevcuttur. Konsolun üstünde, kenarları yaldızlı eski stil büyük bir ayna bulunmaktadır.
Hem aynanın önünde hem de konsolun üstünde iki mavi renkli, abajurlu karpuz lamba bulunmaktadır; bu iki lambanın arasında renkli bir tabak içinde renkli sürahi ve bardak mevcuttur.
Kapının tam karşısına gelen duvar boyunca, Üsküdar çatması, bez üzerine mor renkli, kumaşla kaplı bir kanepeyle bu kanepenin sağında ve solunda, aynı kaliteden kumaşla kaplı altı büyük kumaş vardır. Yine kanepenin sağında ve solunda olmak üzere eski stil küçük sehpa mevcuttur. Kanepenin sağına gelen iki duvarın bitişiğine küçük bir duvar rafı konmuştur. Rafın üç gözünde de birer vazo vardır.
Masaların, sehpaların üzerlerine ve rafların gözlerine Rumeli işi, kenarları çiçekli çevreler konmuştur. Tavanın ortasında çengel ile asılı bir tavan lambası odanın dekorunu tamamlamaktadır.

Üçüncü Kat: (Sofa, Atatürk Odası, Müze Odası)

Sofa: 3.40 x 3.50 metre ebadında bir Şarköy kilimi ile döşenmiştir. Sofanın tam ortasında beyzî üstünde Rumeli işi bir yağlıkla saksı bulunan bir masası vardır.
Merdivenin tam karşısındaki duvar boyunca, üstü mermer, kenarları, ayakları yaldızlı küçük bir duvar konsolu vardır. Konsolun örtüsü, Rumeli işlemeli bir yağlıktan ibarettir. Konsolun üzerinde yine kenarları yaldızlı bir ayna bulunmaktadır. Aynanın önünde beyaz abajurlu pirinçten bir petrol lambası bulunmaktadır.
Sofanın gusülhane kapısı önünde ibrik ve leğen vardır. Yine sofanın bahçeye bakan duvarının bir kenarında bir eşya sandığı vardır, duvar kenarlarına da hazeran sandalyeler dizilmiştir.
Sofanın sokağa bakan pencereleri önünde Rumeli stili bir sedir vardır. Sofanın patiska perdeleri üzerine kabartma, şarap renkli ve çiçek motifli kumaştan perdeler ve perdelerin üst kısımlarını kaplayan ve yanlara sarkan aynı renkte saçak, farbelalar konmuştur.
Sedir örtüleri ile yastık kılıfları da aynı renktedir. Bunların üzerlerinde kenarlı dantelalı örtüler bulunmaktadır.

Müze Tel : (+90-312) 212 65 06
Ziyarete açık saatler : 09.00-17.00
Ziyarete açık günler : Pazartesi- Cuma hariç

Etnografya Müzesi

Etnografya Ankara’nın Namazgah adı ile anılan semtinde, Müslüman mezarlığı olan tepede kurulmuştur. Anılan tepe Vakıflar Genel Müdürlüğünce 15 Kasım 1925 tarihli Bakanlar Kurulu kararı gerğince, Milli ğitim Bakanlığı'na müze yapılmak üzere bağışlanmıştır. 1924 yilina kadar Anadolu’da Kurtulus Savasi’na katilan, milli kültüre önem veren devrimciler, Türklerin maddi ve manevi kültü mirasini içeren bir Etnografya Müzesi'nin kurulmasinin gerekliligine

inaniyorlardi. Bu nedenle Milli Egitim Bakani Hamdullah Suphi Tanriöver, eski mesai arkadasi Budapeste Etnografya Müzesi seflerinden Türkolog J. Meszaros’un müzenin kurulusu konusundaki görüsleri sorularak, kendisine hizmet teklif edildigi, Prof. Meszaros’un bakanliga sundugu 29 Kasim 1924 tarihli raporundan anlasilmaktadir. Böylece Halk Müzesi'nin kurulmasina hazirlik yapilmak üzere, 1924’te Istanbul’da Prof. Celal Esad (Arseven) baskanliginda, daha sonra 1925 yilinda

Istanbul Müzeler Müdürü Halil Ethem (Erdem) baskanliginda, eser toplamak ve satin almak üzere özel bir komisyon kurulmustur. Satin alinan 1250 adet eser, 1927 yilinda insasi tamamlanan müzede teshir edilmistir. Müze Müdürlügü'ne de Hamit Zübeyr Kosay atanmistir.
15 Nisan 1928 yılında müzeyi ziyaret eden Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) müze hakkında bilgi aldıktan sonra, Afgan Kralı Amanullah Han’ın Türkiye’yi ziyaretleri nedeniyle, müzenin açılmasına emir buyurmuşlardır. Müze 18.7.1930’da halka açılmış ve 1938 Kasım ayında Müzenin iç avlusu, geçici kabir olarak ayrılıncaya kadar açık kalmıştır. Atatürk'ün naaşı 1953'de Anıtkabir'e nakline dğin burada kalmıştır. Bu kısım halen Atatürk’ün anısına hürmeten sembolik bir kabir şeklinde korunmaktadır, üzerinde beyaz mermere yazılmış şu kitabe bulunmaktadır. “Burasi 10.11.1938'de sonsuzluga ulasan Atatürk’ün 21.11.1938 den 10.11.1953 e kadar yattigi yerdir.

15 yıl süreyle Etnografya Müzesi Anıtkabir görevini görmüştür. Devlet başkanlarının, elçilerin, yabancı heyetlerin ve halkın ziyaret yeri olmuştur. Bu süre içinde müzede çalışmalar sürdürülmüş 6-14.11.1956 tarihinde Uluslararası Müzeler Haftası nedeniyle gerekli dğişiklikler yapılarak, tekrar halkın ziyaretine açılmıştır. Binanın mimarı Arif Hikmet (Koyunoğlu) Cumhuriyetin ilk dönem mimarlarının en dğerlilerindendir. Bina dikdörtgen planli olup, tek kubbelidir. Yapinin tas duvarlari küfeki tasi ile kaplanmistir. Alinlik kismi mermer olup üzerleri oyma süslüdür. Binaya 28 basamakli bir merdivenle çikilir. 4 sütunlu, üçlü bir giris sistemi vardir. Kapidan girilince kubbe alti holüne ve buradan da iç avlu denilen sütunlu kisma geçilir. Buranin ortasina mermer bir havuz yapilmis, çati kismi açik birakilmistir. Daha sonra bu iç avlu Atatürk'e geçici kabir olarak ayrildiginda, havuz bahçeye nakledilerek,

çatisi kapatilmistir. Iç avlunun etrafinda simetrik olarak büyüklü küçüklü salonlar yer almaktadir. Idare kismi müzeye bitisik olup iki katlidir. Müze önünde at üstünde duran bronz Atatürk Heykeli 1927'de Milli Egitim Bakanligi tarafindan Italyan Sanatkari P. Conanica'ya yaptirilmistir. Etnografya Müzesi, Türk Sanatının Selçuklu Devrinden zamanımıza kadar devam eden örneklerinin sergilendiği bir müzedir. Anadolu’nun çesitli yörelerinden derlenmis halk giysileri, süs esyalari, ayakkabi, takunya örnekleri, Sivas yöresi kadin ve erkek çoraplari çesitli keseler, oyalar, çevreler, uçkurlar, peskirler, bohçalar, yatak örtüleri, gelin kiyafetleri, damat tiras takimlari eski geleneksel Türk sanatinin birer temsilcileridir.
Türklere özgü teknik malzeme ve desenlerle kendi içinde hali dokuma merkezlerinden Usak, Gördes, Bergama, Kula, Milas, Ladik, Karaman, Nigde, Kirsehir yörelerine ait hali ve kilim koleksiyonu vardir. Anadolu Maden sanatinin güzel örnekleri arasinda XV.Yüzyildan kalma Memlük kazanlari, Osmanli serbet kazanlari, gügüm legen, sini, kahve tepsisi, sahanlar, taslar, mum makaslari vb. çesitli madeni eserler vardir.
Osmanli Devri yaylari, oklari, çakmakli tabancalar, tüfekler kiliç ve yataganlar, Türk çini porselenleri ve Kütahya porselenleri, tasavvuf ve tarikat ile ilgili esyalar, Türk yazi sanatinin güzel örneklerinden levhalar bulunmaktadir. Türk agaç isçiliginin en güzel örneklerinden, Selçuklu Sultani III. Keyhüsrev'in tahti (XIII. y.y.), Ahi Serafettin Sandukasi (XIV.y.y.), Nevsehir ürgüp’ün Damsa Köyü Tashur Pasa Camii mihrabi (XII. y.y.), Siirt Ulu Camii Mimberi (XII.y.y.) Merzifon çelebi Sultan Medresesi Kapisi (XV.y.y.) müzemizin önemli eserlerindendir. VII. Dönem T.B.M.M. üyesi Besim Atalay’in müzeye armagan ettigi koleksiyonu çesitli devirlere ait Türk sanat tarihlerini içermektedir. Müzede özellikle Anadolu etnografya ve folkloru, sanat tarihi ile ilgili eserleri içeren bir ihtisas kütüphanesi bulunmaktadir.
Müze Tel : (+90-312) 311 95 56
Ziyarete açık saatler : 08.30-12.30/13.30-17.30
Ziyarete açık günler : Pazartesi hariç her gün.

Anıtkabir

I. ANITKABİR DÜŞÜNCESİ
Türk Kurtuluş Savaşı'nın ve Türk İnkılâplarının büyük önderi Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün, Türk vatanının bağımsızlığını kazanması için giriştiği savaş ve Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmak amacıyla gerçekleştirdiği inkılâplarla geçen yaşamı 57 yıl sürmüş ve Büyük Önder 10 Kasım 1938'de ebediyete intikal etmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'yi bütün kurumları ile çağdaş uygarlığın bir üyesi yapan, insanlık tarihine mal olmuş büyük bir önderdir. O'nun yüceliğini her yönüyle temsil edecek, ilke ve inkılâpları ile çağdaşlaşmaya yönelik düşüncelerini yansıtacak bir anıtmezar yapma fikri, Atatürk'ü kaybetmenin derin hüznü içindeki Türk milletinin ortak isteği olarak belirmiş ve yapımına karar verilmiştir.

II. RASATTEPE (ANITTEPE)
Anıtkabir yapılmadan önce rasat istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe'nin ismi Rasattepe idi.
Bu tepede, M.Ö 12. yüzyılda Anadolu'da devlet kuran Frig uygarlığına ait tümülüsler (mezar yapıları) bulunmaktaydı. Anıtkabir'in Rasattepe'de yapılmasına karar verildikten sonra bu tümülüslerin kaldırılması için arkeolojik kazılar yapıldı. Bu tümülüslerden çıkarılan eserler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.

III. ANITKABİR'İN İNŞAASI
Anıtkabir projesinin belirlenmesinden sonra, inşaatın başlayabilmesi için ilk aşamada kamulaştırılma çalışmalarına başlandı. Anıtkabir'in inşaatı ise 9 Ekim 1944'de görkemli bir temel atma töreni ile başladı. Anıtkabir'in inşası 9 yıllık bir süre içinde 4 aşamalı olarak yapılmıştır.

Birinci Kısım İnşaat: 1944-1945
Toprak seviyesi ve aslanlı yolun istinat duvarının yapılmasını kapsayan birinci kısım inşaata 9 Ekim 1944'te başlamış ve 1945'te tamamlanmıştır.

İkinci Kısım İnşaat: 1945-1950
Mozole ve tören meydanını çevreleyen yardımcı binaların yapılmasını kapsayan ikinci kısım inşaat 29 Eylül 1945'te başlamış, 8 Ağustos 1950'de tamamlanmıştır. Bu aşamada inşaatın kâgir ve betonarme yapı sistemine göre, temel basıncının azaltılması göz önünde tutularak, anıt kütlesinin "temel projesinin" hazırlanması kararlaştırılmıştır. 1947 yılı sonuna kadar mozolenin temel kazısı ve izolasyonu tamamlanmış ve her türlü çöküntüleri engelleyecek olan 11 metre yüksekliğinde betonarme temel sisteminin demir montajı bitirilme aşamasına gelmiştir.
Giriş kuleleri ile yol düzeninin önemli bir kısmı, fidanlık tesisi, ağaçlandırma çalışmaları ve arazinin sulama sisteminin büyük bir bölümü tamamlanmıştır.

Üçüncü Kısım İnşaat: 1950
Anıtkabir üçüncü kısım inşaatı, anıta çıkan yollar, aslanlı yol, tören meydanı ve mozole üst döşemesinin taş kaplaması, merdiven basamaklarının yapılması, lahit taşının yerine konması ve tesisat işlerinin yapılmasını kapsıyordu.

Dördüncü Kısım İnşaat: 1950-1953
Anıtkabir'in 4. kısım inşaatı ise şeref holü döşemesi, tonozlar alt döşemeleri ve şeref holü çevresi taş profilleri ile saçak süslemelerinin yapılmasını kapsıyordu. Dördüncü kısım inşaat 20 Kasım 1950'de başlamış ve 1 Eylül 1953'te bitirilmiştir.
"Anıtkabir Projesi"nde mozolenin kolonat üstünde yükselen tonoz bir bölüm vardı. 4 Aralık 1951 tarihinde hükümet, şeref holünün 28 m.lik yüksekliğinin azaltılması ile yapının daha çabuk bitirilmesinin mümkün olup olmadığını mimarlara sordu.
Mimarlar yaptıkları çalışmalar sonunda şeref holünü taş bir tonoz yerine, bir betonarme tavan ile örtmenin mümkün olduğunu bildirdiler. Böylece tonoz yapının zemine vereceği ağırlık ve bunun doğuracağı teknik mahzurlar da ortadan kalkıyordu.
Anıtkabir yapımında beton üzerine dış kaplama malzemesi olarak kolay işlenebilen gözenekli, çeşitli renklerde traverten, mozole içi kaplamalarında ise mermer kullanılmıştır.
Heykel grupları, aslan heykelleri ve mozole kolonlarında kullanılan beyaz travertenler Kayseri Pınarbaşı İlçesi'nden, kulenin iç duvarlarında kullanılan beyaz travertenler ise Polatlı ve Malıköy'den getirilmiştir. Kayseri Boğazköprü mevkiinden getirilen siyah ve kırmızı travertenler tören meydanı ve kulelerin zemin döşemelerinde, Çankırı Eskipazar'dan getirilen sarı travertenler zafer kabartmaları, şeref holü dış, duvarları ve tören meydanını çevreleyen kolonların yapımında kullanılmıştır.
Şeref holünün zemininde kullanılan krem, kırmızı ve siyah mermerler Çanakkale, Hatay ve Adana'dan, şeref holü iç yan duvarlarında kullanılan kaplan postu Afyon'dan, yeşil renk mermer Bilecik'ten getirilmiştir. 40 ton ağırlığındaki yekpare lahit taşı Adana'nın Osmaniye İlçesi'nden, lahitin yan duvarlarını kaplayan beyaz mermer ise Afyon'dan getirilmiştir.


IV. ANITKABİR'İN MİMARİ ÖZELLİKLERİ
Türk mimarlığında 1940-1950 yılları arası, "II. Ulusal Mimarlık Dönemi" olarak adlandırılır. Bu dönemde daha çok anıtsal yönü ağır basan, simetriye önem veren, kesme taş malzemenin kullanıldığı binalar yapılmıştır. Anıtkabir bu dönemin özelliklerini taşımaktadır. Bu dönem özellikleri ile birlikte Anıtkabir'de Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerine ve süsleme öğelerine sıkça rastlanır.

Örneğin dış cephelerde, duvarların çatı ile birleştiği yerde kuleleri dört yandan saran Selçuklu taş işçiliğinde testere dişi olarak adlandırılan bordür bulunmaktadır. Ayrıca Anıtkabir'in bazı yerlerinde (Mehmetçik Kulesi, Müze Müdürlüğü) kullanılan çarkıfelek ve rozet denilen taş süslemeler Selçuklu ve Osmanlı sanatında da göze çarpmaktadır.
Bütün bu özellikleriyle yapıldığı dönemin en iyi örneklerinden biri olan Anıtkabir yaklaşık 750.000 m² lik bir alanı kaplamakta olup, Barış Parkı ve Anıt Bloku olarak iki kısma ayrılır.

A- BARIŞ PARKI
Anıtkabir; Atatürk'ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" özdeyişinden ilham alınarak, çeşitli yabancı ülkelerden ve Türkiye'nin bazı bölgelerinden getirilen fidanlarla oluşturulan Barış Parkı içinde yükselmektedir.
Afganistan, A.B.D., Almanya, Avusturya, Belçika, Çin, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hindistan, Irak, İngiltere, İspanya, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Kıbrıs, Mısır, Norveç, Portekiz, Yugoslavya ve Yunanistan'dan çeşitli ağaç ve fidanlar getirilmiştir. Bugün Barış Parkı'nda 104 ayrı türden yaklaşık 48.500 adet süs ağacı, ağaççık ve süs bitkisi bulunmaktadır.

B- ANIT BLOKU
Anıtkabir Anıt Bloku üç bölümden oluşmaktadır.
1- Aslanlı Yol
2- Tören Meydanı
3- Mozole
Anıtkabir'e Tandoğan kapısından girildiğinde Barış Parkı içerisinde uzanan yoldan Aslanlı Yol başındaki 26 basamaklı geniş merdivenlere ulaşılır. Merdivenin hemen başında karşılıklı olarak istiklal ve hürriyet kuleleri yer alır.
Anıtkabir yapı topluluğu içinde, simetri gözetilerek yerleştirilmiş olan on adet kule vardır. Bu kulelere ulusumuzun ve devletimizin oluşumunda büyük tesirleri olan yüce kavramları temsil eden isimler verilmiştir. Kuleler, plan ve yapı bakımından birbirinin benzeridir. Kareye yakın 12 x14 x7,20 m. boyutlarında dikdörtgen plan üzerine kurulmuş olan kulelerin üzeri piramit biçiminde çatılarla örtülüdür. Çatıların tepelerinde, eski Türk çadırlarında görülen tunç mızrak ucu vardır. Eski Türk kilim desenlerinden alınmış geometrik süslemeler, fresk tekniğinde uygulanmıştır.
Ayrıca kulelerin iç duvarlarında, o kulenin ismiyle ilgili bir kompozisyon ve Atatürk'ün özlü sözleri bulunmaktadır.

1. İSTİKLAL KULESİ
Aslanlı yolun sağ başındaki İstiklal Kulesi'nin iç duvarlarında bulunan kabartmada, ayakta duran ve iki eliyle kılıç tutan bir gencin yanında bir kaya üzerine konmuş kartal figürü görülmektedir. Kartal, mitolojide ve Selçuklu sanatında gücün, istiklâl ve bağımsızlığın sembolü olarak tasvir edilmiştir. Kılıç tutan genç ise istiklali savunan Türk milletini temsil etmektedir. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.
Ayrıca kule duvarlarında yazı bordürü olarak Atatürk'ün istiklalle ilgili şu sözleri yer almaktadır:

"Ulusumuz en korkunç yok oluşla son buluyor gibi görünmüşken, tutsak edilmesine karşı evladını ayaklanmaya davet eden atalarının sesi, kalplerimiz içinde yükseldi ve bizi son Kurtuluş Savaşı'na çağırdı." (1921)

"Hayat demek savaşma, çarpışma demektir. Hayatta başarı kesinlikle savaşta başarı kazanmakla mümkündür." (1927)

"Biz hayat ve bağımsızlık isteyen ulusuz ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı hiçe sayarız." (1921)

"İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir prensip yoktur. Türk ulusu, Türkiye'nin gelecekteki çocukları, bunu bir an hatırdan çıkarmamalıdırlar." (1927)

"Bu ulus bağımsızlıktan yoksun olarak yaşamamıştır, yaşıyamaz ve yaşamıyacaktır, ya istiklal ya ölüm." (1919)

Kulenin içinde ise Anıtkabir maketi ile Anıtkabir'i tanıtıcı ışıklı panolar bulunmaktadır.

2. HÜRRİYET KULESİ
Aslanlı Yol'un sol başında bulunan Hürriyet Kulesi içindeki kabartmada; elinde kağıt tutan melek figürü ile meleğin yanında şaha kalkmış bir at tasvir edilmiştir. Melek figürü bağımsızlığın kutsallığını, elindeki kağıt "Hürriyet Beyannamesi"ni sembolize etmektedir. At figürü ise hürriyet ve bağımsızlık sembolüdür. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.

Kule duvarlarında Atatürk'ün hürriyet ile ilgili şu sözleri yazılıdır.

"Esas, Türk ulusunun saygın ve onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan yüksek bir işleme hak kazanamaz." (1927)

"Bence, bir ulusta şerefin, onurun, namusun ve insanlığın sürekli olarak bulunabilmesi kesinlikle o ulusun özgürlük ve bağımsızlığına sahip olabilmesiyle mümkündür."

"Özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayandığı ulusal egemenliktir."

"Bütün tarihsel yaşantımızda özgürlük ve bağımsızlığa sembol olmuş bir ulusuz."

Kule içinde Anıtkabir'in inşaat çalışmalarını gösteren fotoğraf sergisi ve inşaatta kullanılan taş örnekleri bulunmaktadır.

3. KADIN HEYKEL GRUBU
İstiklal kulesinin önünde, ulusal giysiler giymiş üç kadından oluşan bir heykel grubu vardır. Bu kadınlardan kenarlardaki ikisi yere kadar uzanan kalın bir çelenk tutmaktadır. Başak demetlerinin meydana getirdiği çelenk bereketli yurdumuzu temsil etmektedir. Soldaki kadın, ileri uzattığı elindeki kapla Atatürk'e tanrıdan rahmet dilemekte, ortadaki kadın eliyle yüzünü kapamış ağlamaktadır.
Bu üçlü grup, Türk kadınlarının Atatürk'ün ölümünün derin acısı içinde bile gururlu, ağırbaşlı ve azimli oluşunu dile getirmektedir. Heykel grubu Hüseyin Özkan'ın eseridir.

4. ERKEK HEYKEL GRUBU
Hürriyet Kulesi'nin önünde üç erkekten oluşan heykel grubu vardır. Sağdaki erkek başında miğferi ve kalın kaputu ile Türk askerini temsil ederken, onun yanında elinde kitabı ile Türk gençliğini ve aydın insanı, biraz gerisinde ise yerel kıyafetlerle Türk köylüsü temsil edilmiştir. Her üç heykelin yüzünde derin acı ile Türk milletinin kendine özgü ağırbaşlılığı ve yüksek irade gücü dile getirilmiştir. Heykel grubu, Hüseyin Özkan'ın eseridir.

5. ASLANLI YOL
Ziyaretçileri Atatürk'ün yüce huzuruna hazırlamak için yapılmış olan 262 m. uzunluğundaki yolun iki yanında oturmuş pozisyonda 24 aslan heykeli bulunmaktadır. Atatürk'ün Türk ve Anadolu tarihine verdiği önem sebebiyle, Anadolu'da uygarlık kuran Hititlerin sanat üslubu ile yapılan aslan heykelleri kuvvet ve sükuneti temsil etmektedir. Heykeller Hüseyin Özkan'ın eseridir.

6. TÖREN MEYDANI
Aslanlı yolun sonunda yer alan tören meydanı 129 x84,25 m. boyutlarındadır. 15.000 kişi kapasiteli bu alanın zemini; siyah, kırmızı, sarı ve beyaz renkte traverten taşlardan oluşan 373 adet halı ve kilim deseniyle bezenmiştir.

7. MEHMETÇİK KULESİ
Aslanlı yolun bitiminde sağda Mehmetçik Kulesi yer almaktadır. Kulenin dış yüzeyinde yer alan kabartmada; cepheye gitmekte olan Mehmetçiğin evinden ayrılışı ifade edilmektedir. Bu komposizyonda, elini asker oğlunun omuzuna atmış onu vatan için savaşa gönderen hüzünlü, fakat gururlu anne tasvir edilmiştir. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.

Kulenin duvarlarında Atatürk'ün Mehmetçik ve Türk kadınları hakkında söylediği özlü sözler yer almaktadır:

"Kahraman Türk eri Anadolu savaşlarının anlamını kavramış, yeni bir ülke ile savaşmıştır." (1921)

"Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ulusunda Anadolu köylü kadının üstünde kadın çalışmasından söz etmek imkânı yoktur." (1923)

"Bu ulusun çocuklarının özverileri, kahramanlıkları için ölçü birimi bulunamaz."

Kulenin içinde; Anıtkabir ve Atatürk ile ilgili çeşitli kitaplar ve hediyelik eşyalar ziyaretçilere sunulmaktadır.

8. ATATÜRK VE TÜRK DEVRİMİ KÜTÜPHANESİ
Mehmetçik ve Zafer kuleleri arasında yer alan; müze, kitaplık ve Kültürel Faaliyetler Müdürlüğü'nün içindeki birimde "Atatürk ve Türk Devrimi Kütüphanesi" bulunmaktadır. Atatürk, milli mücadele ve inkılâplar konulu Türkçe ve yabancı dillerde kitapların bulunduğu bir "İhtisas Kütüphanesi" olarak, her kesimden araştırmacı ve okuyucuya hafta içi 09.00-12.30 / 13.30-17.00 saatleri arasında hizmet vermektedir.

9. ZAFER KULESİ
Kulenin duvarlarında Atatürk'ün en önemli üç zaferinin tarihi ve zaferle ilgili özlü sözleri yazılıdır.
Kule içinde Atatürk'ün naaşını 19 Kasım 1938'de İstanbul Dolmabahçe Sarayı'ndan alarak Sarayburnu'nda donanmaya teslim eden top arabası sergilenmektedir.

10. İSMET İNÖNÜ'NÜN LAHTİ
Barış ve Zafer Kuleleri arasında yanları açık sütunların oluşturduğu galerinin ortasında 25 Aralık 1973 yılında vefat eden Atatürk'ün en yakın silah arkadaşı, Türk Milli Mücadelesinin Batı Cephesi komutanı ve ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün sembolik lahdi bulunmaktadır. Mezar odası alt kattadır.
İsmet İnönü, Anıtkabir'e 28 Aralık 1973'te Bakanlar Kurulu Kararı ile defnedilmiştir.

11. BARIŞ KULESİ
Kulenin iç duvarında Atatürk'ün "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesini dile getiren bir kabartma kompozisyonu yer almaktadır. Bu kabartmada çiftçilik yapan köylüler ve yanlarında kılıcını uzatarak onları koruyan bir asker figür tasvir edilmiştir. Bu asker barışın sağlam ve güvenli kaynağı olan Türk ordusunu sembolize etmektedir. Bu şekilde insanlar Türk ordusunun sağladığı huzur ortamı içinde günlük hayatlarını devam ettirmektedirler. Kabartma, Nusret Suman'ın eseridir.

Kule duvarlarında Atatürk'ün barış ile ilgili şu sözleri yer almaktadır.

"Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir." (1935)

"Yurtta Barış, Cihanda Barış."

"Ulusun hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir." (1923)

Kulenin içinde ise Atatürk'ün 1935-1938 yılları arasında kullandığı Lincoln marka tören ve makam otomobilleri sergilenmektedir.

12. 23 NİSAN KULESİ
Kulenin iç duvarında 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışını temsil eden bir kabartma yer almaktadır. Bu kabartmada, ayakta duran kadının tuttuğu kağıdın üzerinde 23 Nisan 1920 yazılıdır. Kadının diğer elinde Millet Meclisimizin açılışını simgeleyen bir anahtar bulunmaktadır. Kabartma, Hakkı Atamulu'nun eseridir.

Kule duvarlarında meclisin açılışıyla ilgili Atatürk'ün özlü sözleri yer almaktadır:

"Bir tek karar vardı: O da ulusal egemenliğe dayalı, hiçbir koşula bağlı olmayan bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmak." (1919)

"Türkiye Devletinin tek ve gerçek temsilcisi yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir."

"Bizim bakış açılarımız kuvvetin, gücün, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır."

Kulede Atatürk'ün 1936-1938 yılları arasında kullandığı Cadillac marka özel otomobili sergilenmektedir.

13. BAYRAK DİREĞİ
Anıtkabir'in Çankaya yönündeki 28 basamaklı tören meydanına giriş merdivenlerinin ortasında, tek parçalı yüksek bir direk üzerinde Türk bayrağı dalgalanır. Amerika'da özel olarak yaptırılan 33.53 m. yüksekliğindeki bu direk, Avrupa'daki tek parça çelik bayrak direklerinin en yükseğidir. Direğin 4 metresi kaidenin altında kalmaktadır. Amerika'da yaşayan Türk asıllı Amerika vatandaşı Nazmi Cemal tarafından, kendi bayrak direği fabrikasında imal edilerek 1946 yılında Anıtkabir'e hediye edilmiştir. Bayrak direğinin kaidesinde yer alan kabartmada; meşale Türk medeniyetini, kılıç taarruz gücünü, miğfer savunma gücünü, meşe dalı zaferi, zeytin dalı ise barışı simgelemektedir. Türk bayrağı, ulusumuzun yurdunu savunma, zafer kazanma, barışı koruma ve uygarlık kurma gibi yüce değerleri üzerinde dalgalanmaktadır. Kabartma Kenan Yontuç'un eseridir.

14. MİSAK-I MİLLİ KULESİ
Müzenin girişindeki bu kulenin içinde bulunan kabartma, tek vücut olarak kenetlenmemizi sembolize etmektedir. Kabartma, bir kılıç kabzası üzerinde üst üste konmuş dört elden ibarettir. Bu komposizyon Türk vatanının kurtarılması için içilen millet andını ifade etmektedir. Kabartma Nusret Suman'ın eseridir.

Kulenin duvarlarında Atatürk'ün Milli Misak ile ilgili şu sözleri yazılıdır:

"Kurtuluşumuzun genel kuralı olan ulusal andı tarih safhasına yazan ulusun demir elidir." (1923)

"Ulusal sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız yaşamak istiyoruz." (1921)

"Ulusal benliği bulamayan uluslar başka ulusların avıdır." (1923)

Kulenin ortasında Anıtkabir'de icra edilen törenlere katılan heyetlerin özel defteri imzalamaları için imza kürsüsü yer almaktadır. Müzenin girişi olan bu kulede bulunan aktüalite panolarında Anıtkabir'de yapılan önemli törenlere ait fotoğraflar da sergilenmektedir.

15. ANITKABİR ATATÜRK MÜZESİ
Anıtkabir Proje Yarışması şartlarına uygun olarak, Misak-ı Milli ve İnkılâp kuleleri arasındaki bölüm müze olarak belirlenmiştir. Bu amaçla 21 Haziran 1960'ta Anıtkabir Atatürk Müzesi açılmıştır. Burada Atatürk'ün kullandığı eşyalar ve kendisine hediye edilen armağanlar ve giysileri teşhir edilmektedir.
Müzede ayrıca Atatürk'ün madalya ve nişanları ile manevi evlatlarından A. Afet İnan, Rukiye Erkin, Sabiha Gökçen'in müzeye armağan ettikleri Atatürk'e ait eşyalar sergilenmektedir.

16. İNKILÂP KULESİ
Müzenin devamı olan bu kulede Atatürk'ün giydiği elbiseler sergilenmektedir. Kulenin iç duvarında yer alan kabartmada zayıf, güçsüz bir elin tuttuğu sönmek üzere olan bir meşale, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nu simgelemektedir. Güçlü bir elin göklere doğru kaldırdığı ışıklar saçan diğer bir meşale ise, yeni Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk'ün Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için yaptığı inkılâpları simgelemektedir. Kabartma Nusret Suman'ın eseridir.

Kule duvarlarında Atatürk'ün inkılâplarla ilgili şu sözleri yazılıdır:

"Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse ilerlemesine, uygarlaşmasına teknik imkân ve bilimsel ihtimal yoktur."

"Biz ilhamlarımızı gökten ve bilinmeyen alemden değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz."

Müzenin giysi bölümü olarak kullanılan bu kulede; Anadolu Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr.Yılmaz Büyükerşen'in yaptığı Atatürk'ün gerçek boyutlarında balmumu heykeli bulunmaktadır.

17. CUMHURİYET KULESİ
Sanat Galerisi'nin girişi olan bu kulenin duvarlarında Atatürk'ün Cumhuriyet ile ilgili şu özlü sözü bulunmaktadır.

"En büyük gücümüz, en güvenilir dayanağımız, ulusal egemenliğimizi kavramış ve onu eylemli olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi gerçekten kanıtlamış olduğumuzdur."

Kulenin içinde, Atatürk'ün öğrenim gördüğü Manastır Askeri İdadisi ile Sivas ve Erzurum Kongre binaları ve I. T.B.M.M. binalarının maketleri ve o dönemlere ait fotoğraflar sergilenmektedir.

18. SANAT GALERİSİ
Cumhuriyet Kulesi ve Müdafaa-i Hukuk Kuleleri arasında yer alan bu bölümde Atatürk'ün özel kitaplığı teşhir edilmektedir.
Duvarlarda Atatürk'ü ziyaret etmiş olan yabancı devlet adamları ile Atatürk'ü birlikte tasvir eden yağlı boya tablolar bulunmaktadır. Bu tablolar, ressam Rahmi Pehlivanlı'nın eseridir.
Galeride ayrıca, Atatürk, Milli Mücadele ve Anıtkabir konulu belgesel filmlerin gösterildiği sinevizyon bölümü yer almaktadır.

19. MÜDAFAA-İ HUKUK KULESİ
Bu kule duvarının dış yüzeyinde yer alan kabartmada, Kurtuluş Savaşımızda ulusal birliğimizin temeli olan Müdafaa-i Hukuk dile getirilmektedir. Kabartmada, bir elinde kılıç tutarken diğer elini ileri uzatmış sınırlarımızı geçen düşmana "Dur!" diyen bir erkek figür tasvir edilmiştir. İleri uzatılan elin altında bulunan ulu ağaç yurdumuzu, onu koruyan erkek figürü ise kurtuluş amacıyla birleşmiş olan milletimizi temsil etmektedir. Kabartma Nusret Suman'ın eseridir.

Kulenin duvarlarında Atatürk'ün Müdafaa-i Hukuk konusunda söylediği sözler yer almaktadır:

"Ulusal gücü etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır." (1919)

"Ulus bundan sonra hayatına, bağımsızlığına ve bütün varlığına şahsen kendisi sahip çıkacaktır." (1923)

"Tarih; bir ulusun kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez." (1919)

"Türk ulusunun kalbinden, vicdanından doğan ve onu esinlendiren en esaslı, en belirgin istek ve iman belli olmuştu: Kurtuluş." (1927)

Kulenin içinde "Atatürk ve Milli Mücadele" konulu periyodik sergiler düzenlenmektedir. Ayrıca Atatürk'ün öğrenim gördüğü Harbiye Mektebi'nin maketi bulunmaktadır.

20. SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ KONULU KABARTMA
Komposizyonun sağında bir genç, iki at, bir kadın ve bir erkek bulunmaktadır.Bunlar, savaşın ilk döneminde düşman saldırıları karşısında evlerini bırakıp yurt savunması için yollara düşmüştür. Sağdaki delikanlı arkaya dönmüş, sol elini kaldırıp yumruğunu sıkarak düşmanlara; "Bir gün döneceğiz ve sizden öcümüzü alacağız" demektedir.
Bu üçlü grubun önünde çamura batmış bir araba, çabalayan atlar, tekerleği döndürmeye çalışan bir erkek ve iki kadın ile ayakta bir yiğit ve ona bir kılıç sunan diz çökmüş bir kadın vardır. Bu grup figürleri, Sakarya Muharebesi başlamadan önceki dönemi temsil etmektedir. Bu grubun solunda, yere oturmuş iki kadın ve bir çocuk, düşman istilası altında, Türk ordusunu bekleyen halkımızı simgelemektedir. Bu halkın üzerinden uçarak Başkomutan Mustafa Kemal'e çelenk sunan bir zafer meleği vardır.
Komposizyonun sonunda yere oturan kadın vatan anayı, diz çöken genç Sakarya Meydan Muharebesi'ni kazanan Türk ordusunu, meşe ağacı ise zaferi simgelemektedir. Vatan ana, Türk ordusunun zaferinin simgesi olan meşe ağacını göstermektedir. Kabartma İlhan Koman'ın eseridir.

21. BAŞKOMUTAN MEYDAN MUHAREBESİ KONULU KABARTMA
Komposizyonun solunda yer alan ve bir köylü kadın, bir erkek çocuk ve bir attan oluşan grup milletçe savaşa hazırlık dönemini temsil etmektedir. Sonraki bölümde; Atatürk bir elini ileri uzatmış ve "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" diyerek ordularımıza hedefi göstermektedir. Öndeki melek, Ata'nın emrini borusu ile uzak ufuklara iletmektedir. Bundan sonraki bölümüde, Atatürk'ün emrini yerine getiren Türk ordusunun fedakarlıklarını ve kahramanlıklarını temsil eden kabartmada, vurulup düşen bir erin elindeki bayrağı kavrayan bir yiğit ile siperde ellerinde kalkan ve kılıçlı bir asker Türk ordusunun taarruzunu sembolize etmektedir. Önde ise elinde Türk bayrağı ile Türk ordusunu çağıran zafer meleği bulunmaktadır. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.





22. MOZOLE
Anıtkabir'in en önemli bölümü olan mozoleye çıkan 42 basamaklı merdivenlerin ortasında "hitabet kürsüsü" yer almaktadır. Mermer kürsünün tören meydanı cephesi dairesel geometrik motiflerle süslü olup, ortasında Atatürk'ün "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözü yazılıdır. Kürsü Kenan Yontuç'un eseridir.
Mozole 72x52x17 m. boyutlarında uzunca dikdörtgen bir plan üzerine kurulmuş olup, ön ve arka sekiz, yan cepheler ise 14.40 m. yüksekliğinde ondört kolonatla çevrelenmiştir. Mozole cephesinde, solda Atatürk'ün Türk gençliğine hitabı, sağda ise Cumhuriyet'in kuruluşunun 10. yıldönümünde söylediği nutku yer almaktadır. Harfler taş kabartma üzerine altın yaldızlarla yazılmıştır.

23. ŞEREF HOLÜ
Şeref holüne bronz kapılardan girilir. Girişte sağda Atatürk'ün 29 Ekim 1938 tarihli Türk ordusuna son mesajı, solda ise 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün Atatürk'ün ölümü üzerine yayınladığı 21 Kasım 1938 tarihli Türk milletine taziye mesajı yer almaktadır. Bu iki yazıt Atatürk'ün doğumunun 100. yılı olan 1981'de yazılmıştır.
Girişin tam karşısında büyük pencerenin yer aldığı nişin içinde, Atatürk'ün sembolik lahdi bulunmaktadır. Lahit taşı tek parça kırmızı mermer olup 40 ton ağırlığındadır. Lahit taşının yer aldığı bölüm ise beyaz Afyon mermeri ile kaplıdır. Şeref holünün zemini Adana ve Hatay'dan, yan duvarları ise Afyon ve Bilecik'ten getirilen kırmızı, siyah, yeşil ve kaplan postu mermerlerle kaplanmıştır.
Seref holünün 27 kiristen olusan tavani ile yan galeri tavanlari mozaik ile süslenmistir. Seref holünün yüksekligi 17 m. olup, yan duvarlarinda altisardan 12 adet bronz mesale bulunmaktadir. Mozole yapisinin üstü, düz kursun çati ile örtülüdür.

24. MEZAR ODASI
Atatürk'ün aziz naaşı, mozolenin zemin katında doğrudan doğruya toprağa kazılmış bir mezarda bulunmaktadır. Mozolenin birinci katı olan şeref holündeki sembolik lahit taşının tam altında bulunan mezar odası Selçuklu ve Osmanlı mimari stilinde sekizgen planlı olup, piramidal külahlı, tavanı geometrik motifli mozaiklerle süslenmiştir. Zemin ve duvarlar siyah, beyaz, kırmızı mermerlerle kaplanmıştır. Mezar odasının ortasında kıble yönünde kırmızı mermer sanduka yer almaktadır. Mermer sandukanın çevresinde bütün illerden ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden gönderilen toprakların konulduğu pirinç vazolar bulunmaktadır.